Medstar Antalya Hastanesi Kanser Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mustafa Özdoğan yaptığı konuşmada erken teşhisin önemine değinerek, düzenledikleri Kanser Okulu programlarının vatandaşları bilinçlendirme konusunda büyük etkisi olduğunu söyledi. Prof.Dr.Özdoğan, "Yaptığımız çalışmada kanser okulları halkımızın inanılmaz beğenisini kazandı. Ve öylesine değişimler gördük ki, yaptığımız toplantılardan kendisine kanser tanısı koyan hastalarımız çıktı. Erken tanı ile şifaya ulaşan insanlar oldu. Ve gördük ki halkın bilinçlendirilmesi en az tedaviyi veren emek kadar kıymetli ve bu yolda da çalışmaya devam ediyoruz" dedi.
Kanserin hücrelerin kontrolsüz, sürekli çoğalmaları sonucu, yakındaki ve uzaktaki organlara yayılarak hastayı yaşam kaybına götürebilen bir hastalık olduğunu anlatan Prof.Dr. Özdoğan, "Dünyada 200’ün üzerinde kolayca sayılabilir kanser çeşidi mevcuttur. Her birinin tedavi stratejileri farklıdır. Dünyada her yıl yaklaşık 11 milyon yeni kanser tanısı alan kişi ve 7 milyon kansere bağlı yaşamını kaybeden kişi görülmektedir. Ülkemizde her yıl 200 bine yakın kişi kansere yakalanmakta, Antalya ilimizde ise her yıl 4 bine yakın hasta kanser tanısı ile kliniklere başvurmaktadır" diye konuştu.
Kanser hastalarına yönelik önemli değişimler yaptıklarını ifade eden Prof.Dr. Özdoğan, yıllarca bodrum katlarında uygulanan kemoterapiyi ışıklı ortamlara çıkardıklarını, hastaneleri yaşam merkezleri haline getirdiklerini, tedavi için gelen hastaların ellerine resim fırçaları vererek yaşam tarzlarının farklı bir boyut kazanmalarını sağladıklarını anlattı. Kanser hastalığında öncelikle bakış açılarını değiştirdiklerini dile getiren Prof.Dr. Özdoğan, insanları bulundukları yerden koparmadan, sevdiklerinden, ailelerinden, dostlarından ayırmadan, sevgiden yoksun bırakmadan tedavi etmenin yöntemlerini oluşturduklarını belirtti.
Prof.Dr.Özdoğan, "Kanser önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık. Korunmayı bildiğimizde, erken tanı koyabildiğimiz de, yaşam kalitesini yükselterek tedavisini de yapabildiğimiz takdirde kanserden korkmamıza gerek yok. Bugün her türlü kanser vakasında erken tanı yapabiliyor ve tedavi edebiliyoruz. Önemli olan bu bilincin toplumda yaygınlaşmasını sağlamak" dedi.
Meme kanserinde erken tanının önemine değinen Prof.Dr. Özdoğan, şunları söyledi:
"ABD'de meme kanserinde yüzde 70 oranında erken tanı konuluyor. Bizde ise bu oran çok düşük. Kadınlarımız meme kanseri noktasında kontrol yapmıyor. 40 yaşını geçen kadınlar mamografi yaptırmıyor. Biz Antalya'da başlattığımız 'Kanser Okulu Projesi' ile verdiğimiz derslere katılanlarda çok ciddi bilinçlenme sağladık. Kanserle mücadelede bir seferberlik başlattık. Başarı ile yolumuza devam ediyoruz."
Kanserden korunma ya da erken teşhis uygulamalarının basit yöntemlerle gerçekleşebileceğinin altını çizen Prof.Dr. Özdoğan, meme kanseri için 20 yaşından sonra her kadının kendi kendisini muayene etmesini, her insanın akciğer kanseri için sigaradan uzak durmasını, diğer kanserlere karşı da en az yılda bir kez doktora muayene olunmasını gerektiğini vurguladı.
"KANSER ÖNEMLİ BİR ÖLÜM NEDENİ"
Prof. Dr. İhsan Karadoğan ise, dünyada her yıl 13 milyon yeni kanser vakasının açığa çıktığını söyledi. Kan kanserlerinin tüm kanserlerin içerisinde dördüncü sırada ve en sık görülen kanserlerden biri olduğunu belirten Prof. Dr. Karadoğan, "Tüm kanserlerin yüzde 10'unu oluşturuyor, hem kadında hem de erkekte. Aynı zamanda önemli bir ölüm nedeni. Tüm dünyada, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kanser ölümleri kalp hastalıklarından sonra ikinci sırada yer alıyor. Bu gelişmelerin yüzde 10'unun kan kanserleri nedeni ile olduğunu biliyoruz" dedi.
Kan bağışının önemine değinen Prof.Dr. Karadoğan, Türkiye'de yılda 3 milyon kan ve kan ürünlerinin hastalarda kullanıldığını kaydetti. Bunun çok yüksek bir rakam olduğunu belirten Prof. Dr. Karadoğan, gönüllü kan bağışçılarına ihtiyaç olduğunu söyledi. Bu tedavi yöntemine başlamadan önce hastanın kemik iliğindeki kök hücrelerini topladıklarını söyleyen Prof.Dr.Karadoğan, konuşmasın şöyle sürdürdü:
"Bunu kemik iliğinden toplayabiliriz ya da gelişen teknoloji sayesinde örneğin önce hastaya bazı ilaçlar verip kemik iliğinde bulunan kök hücrelerin kana çıkmasını sağlıyoruz. Sonra kana çıkan hücreleri bir takım cihazla damar yolunu kullanarak toplayabiliyoruz. Bu hücreleri özel yöntemlerle izole ediyoruz, ayırıp eksi 180 derecede sıvı azot tanklarında dondurup saklıyoruz. Yıllarca saklamamız mümkün. Önce kök hücreleri garanti altına alıyoruz. Sonraki aşamada bu hastaya öldürücü diyebileceğimiz yüksek dozda kemoterapi ve radyoterapi veriyoruz. Etkili bir şekilde amacımız kanser hücrelerini yok etmektir. Bu tedaviyi verdikten sonra yan etki olarak kemik iliği yok oluyor. Bu tedavi bittikten sonra daha önceden sakladığımız kök hücreleri tekrar hastaya naklediyoruz. Bu kök hücreler kemik iliğine yerleşiyorlar ve orada tekrar kan üretmeye başlıyorlar. Yaklaşık 3 hafta süre geçtikten sonra artık yeterli miktarda yavaş yavaş kan üretimi artıyor ve hastamız iyileşebiliyor. Yani kök hücreleri biz by-pass ederek kemoterapi ve radyoterapinin etkilerinden kurtarmış oluyoruz."