İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi ülkelerin Kızılay ve Kızılhaç Dernekleri ile uluslararası kuruluş temsilcilerinin katıldığı açılışta, ayrıca İİT üyesi ülkelerde yaşanan insancıl hukuk ihlalleri de masaya yatırıldı.Türk Kızılayı’nın desteği ve Kuzey Kıbrıs Türk Kızılayı’nın ev sahipliği ile Girne’de düzenlenen Uluslararası İnsancıl Hukuk İhlalleri Semineri’nin açılışında, Uluslararası Kızılay ve Kızılhaç Hareketi’nin, adanın tek resmi temsilcisi olarak Güney Kıbrıs Kızılhaçı’nı tanıması tartışıldı.
ALTAY
Kuzey Kıbrıs Türk Kızılay Derneği Başkanı Esat Altay, Uluslararası Hilal İslam Komitesi’nin açılışında yaptığı konuşmada, Uluslararası Hilal İslam Komitesi’nin 27. Oturumu ve Uluslararası İnsancıl Hukuk İslam Forumu’nun KKTC’de yapılmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Altay, iki gün sürecek forumda, İslam coğrafyasında yaşanan insancıl hukuk ihlalleri üzerine yapıcı tartışmalar yürütüleceğini ve yaşanan ihlallerin önlenmesi için atılacak adımları belirlemeye çalışacaklarını söyledi.
KKTC’de gerçekleştirilen forumda, insanlık yolundaki çabalara önemli katkılar sağlanacağına inanç belirten Altay, Kıbrıs sorunu hakkında katılımcılara bilgi verdi.
Altay, Kıbrıs adasında 1960 yılında Türk ve Rumların ortak rızasıyla kabul edilen anayasa ile eşit ortaklık ilkesini benimseyen cumhuriyetin kurulduğunu, ancak Rumların 1963 yılında adanın yönetiminde egemenliklerinki artırmak maksadıyla anayasada tek taraflı olarak değişiklik yapma arzusuyla son bulduğunu anlattı.
Anayasal düzenin yıkılması anlamına gelen bu davranışın kısa dönemde Müslüman Kıbrıs Türklerine karşı kamu kaynakları da kullanılarak, önce ayrımcılık ve birtakım silahlı eylemlerle başlayan olayların ardından, Kıbrıs Türklerinin tecrit edilmesi ve takip eden süreçte bir katliama dönüştüğünü ifade eden Altay, Kıbrıslı Türklerin yıllarca Rum gruplarının tehdidinde, temel ihtiyaçlarından dahi mahrum bırakılarak, çok katı ambargolara maruz kaldığını ve tüm dünyadan izole edilerek, ölüme terk edildiğini kaydetti.
1963’TE YAŞANANLAR
O yıllarda yaşananların her Kıbrıs Türkünde elim bir iz bıraktığına dikkat çeken Altay, 1963’te yaşanan olayların bazılarını anlattı.
21 Aralık 1963’te Kumsal’da ve 24 Aralık 1963’te Ayvasıl köyünde yaşanan olayları anlatan Altay, Ayvasıl’da yaşanan katliamda 30 Kıbrıslı Türkün katledildiğini, bu olayın yabancı temsilcilikler ve yabancı gazetecilerin önünde yaşandığını kaydetti.
Altay, bu olaydan sonra haberler, raporların kaleme alındığını, o gün bütün dünyanın önünde onlarca masum insanın katledildiğine dikkat çekerek, “ne yazık ki kundaktaki bebeklerin ölümü bile adada yaşanan acılara dünyanın duyarsız kalmasına engel olmadı” dedi.
Kıbrıslı Türklere karşı yapılan saldırıların 1974 yılına kadar devam ettiğine işaret eden Altay, adada yıllarca yaşanan insanlık dramının kanıtı belgelerin bugün Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi dahil bir çok uluslararası kuruluş ile hükümetin arşivlerinde bulunabileceğini kaydetti.
Altay şöyle devam etti: “Öyle ki Kıbrıs Türklerinin yaşadığı kantonlarla insani yardımın erişimine dahi müsaade edilmediği, yardım alama haklarının elinden alındığı ve bireylerin temel hakkı olan yaşama hakkının dahi hiçe sayıldığı belgelerle kayıt altına alındı.”
Yıllarca yaşanan insanlık utancına bir dur demek amacıyla, Türkiye’nin 1974 Temmuz ayında adadaki insancıl hukuk ihlallerine müdahil olduğuna işaret eden Esat Altay, yıllarca yardım alma hakkı elinden alınan, tecride maruz kalan ve ölüme terk edilen Kıbrıs Türkü’nün yaşadığı tüm acıların ardından, insan onurunun korunması ve yaşanan ıstırabı bir nebze olsun dindirebilmek adına, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti anayasasını oluşturarak, devletin tüm yasal organlarının tesis edildiğini anlattı.
KKTC’nin kuruluşu ardından Kuzey Kıbrıs Türk Kızılayı’nın da kurulduğunu belirten Altay, “Kuzey Kıbrıs Türk Kızılayı yıllardır ıstırap çeken bir toplumun yaralarına merhem olmak, acılarını dindirmek ve en önemlisi yıllardır adada hiçe sayılan insanlık onurunu korumak adına 1974 yılında resmen faaliyetlerine başlayarak, Karpaz’dan Güzelyurt’a kadar KKTC’nin her noktasında hizmet ulaştıran bir yardım kuruluşu, aynı zamanda Kıbrıs Türkü’nün ulusal derneği olmuştur” dedi.
ICRC MECLİSİNİN GÜNEY KIBRIS RUM KIZILHAÇI’NI TANIMASI
Esat Altay, Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin Başkan Yardımcısından dün aldığı telefona değinerek, ICRC meclisinin 23 Şubat’taki toplantısında Güney Kıbrıs Rum Kızılhaçını tanıdığını kaydetti.
Altay şöyle devam etti: “Tarafıma Kızılhaç ile ilişki geliştirmem, onların şubesi olarak çalışabileceğimiz salık verilmiştir. Bu ne tarih bilmezliktir. Bu ne siyasi cahilliktir. Hareketin ilke ve kurallarına bu ne saygısızlıktır. İki ayrı toplumun farklı bayraklar altında, birbirlerinden bağımsız topraklarda seçilmiş yönetimler altında sürdürmekte olduğu Kıbrıs adasında hali hazırda her iki toplumu temsilen iki ulusal derneğin tanınma başvurusu da alınmışken, ICRC Kıbrıs Türkünün yardım alma ve yardım yapma hakkını hiçe saydığını, Kıbrıs Türkünü dışladığını bilmemekte midir?
Uluslararası Kızılhaç komitesi adına yaşanan tüm olaylara şahit olmasına rağmen bugün olduğu gibi temel görevi olan insan onurunun korunmasında büyük bir başarısızlığa uğramıştır. Sadece bir tarafın ulusal derneğinin başvurusunun dikkate alınması ve tanınmasının 149 yıllık Kızılay Kızılhaç Hareketi tarihinde kara bir leke olarak anılacağına inanıyorum.”
“ULUSLARARASI KIZILHAÇ KOMİTESİNİN ALDIĞI KARARI ESEFLE KINIYORUZ”
Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin aldığı kararın, Kıbrıs Türk halkının varlığını, yardıma erişimini ve onurunu hiçe saymakla kalmadığını, aynı zamanda Kızılay Kızılhaç harekenin tarafsızlık ve ayrım gözetmemek ilkelerine de ağır darbe indirdiğini vurgulayan Altay, Kızılhaç Komitesi’nin almış olduğu politik kararı, başta Kıbrıs Türk halkı ve Kuzey Kıbrıs Türk Kızılayı adına esefle kınadı.
Esat Altay konuşması sonunda yanlışın en kısa zamanda düzeltilerek, başvurularının işleme alınmasını ve insani alanın politikadan uzak tutulmasını temenni etti.
OUSSADIK
Uluslararası İnsancıl Hukuk Formu Başkanı Fawzei Oussadık, “büyük savaşların meydana geldiği dünyada” uluslararası hukukun önemine vurgu yaptı ve uluslar arası hukukun güçlenmesi ve insani değerlerin pekiştirilmesi gerektiğini söyledi.
Oussadık, bugün gerçekleştirilecek seminerde insancıl uluslararası hukukun ne kadar gözetildiğini ve bunun gelişmesi için neler yapılabileceğini ele alacaklarını belirtti.
Daha iyi bir dünya yaratılması ve ahlakın önem kazanmasında mekanizmanın önemine vurgu yapan Oussadık, bazı tarihi zorlukları çözmede zorlanan bu mekanizmaların daha iyi çalıştırılması gerektiğini kaydetti.
Oussadık, “Ahlaki bir görev olarak bazı Filistin, Karabağ, Azerbaycan’da yaşanan anlaşmazlıkları ele almamız ve huzurun tespiti için yardımcı olmamız lazım” dedi.
Özellikle uluslararası insancıl hukuk konusunda deneyim sahibi herkese bu konuda herkese büyük görev düştüğünü kaydeden Oussadık, bu anlamlı seminerde bu yönde çok önemli istişarelerde bulunacaklarından emin olduğunu belirtti.
Fawzei Oussadık, böylesi anlamlı bir organizasyona imza atan herkese teşekkür etti.
AKAR
Türk Kızılayı Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar, bugünkü toplantının Kuzey Kıbrıs Türk Kızılayı ev sahipliğinde gerçekleştirilen Uluslararası Hilal İslam Komitesi’nin 27. Oturumu olduğuna işaret ederek, bugünkü toplantıda İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye ülkelerdeki insancıl hukuk ihlalleri ve bunların insani, yasal çözümlerinin tartışılacağını söyledi.
Çalışmaların sonucunda, başta İİT coğrafyasında yaşananlar olmak üzere, bütün insanlık için hayırlı sonuçlar alınmasını temenni eden Akar, günümüz dünyasında insancıl hukuk ihlallerinin meydana geldiği coğrafyaya göz atıldığında, İslam coğrafyasının insan ıstırabının fazlasıyla yaşadığı bir mağduriyet alanı olduğunu kaydetti.
“Bu ıstırabın kaynağı bazen geri kalmışlık, bazen fakirlik, bazen doğal, bazen de insan kaynaklı afetlerin sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır” diyen Akar, geri kalmışlığın da, fakirliğin de doğal afetlerden etkilenen durumda olmanın temel sebebinin, bölgeye içerden ve dışarıdan yapılan insanlık dışı müdahale olduğuna inanç belirtti.
Akar şöyle devam etti: “Yaşam hakkını elinden alma, zulüm, işkence, ayrımcılık, ırkçılık, köktencilik, yaşam kaynaklarından yoksun bırakma, inanç ve değerlere saldırı veya değiştirmeye zorlama gibi masum sivil halka yönelik insancıl hukuk ihlalleri, en ağır şekliyle, Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Azerbaycan’da, Kıbrıs’ta, Bosna’da karşımıza çıkmıştır.”
Yaşananlarla dış güçlerin doğrudan müdahaleleri yanında, bölge içi güçlerin de güçlerini hakka ve halka hizmet için kullanıp kullanmadıkları veya uygulamalarının insan odaklı olup olmadığı ile ilgili olduğuna dikkat çeken Ahmet Lütfi Akar şöyle devam etti:
“Ama daha da önemlisi, bu bölgenin entelektüelleri, siyasetçileri, bilim insanlarının bu hedef doğrultusunda toplumlarını yönlendirip yönlendirmedikleri ile alakalıdır. Keşke bu toplantılar çok önce başlasaydı, evrensel değerlere daha fazla katkı verilseydi, kendimizi daha fazla geliştirseydik, başkalarının değerlerini değer bilmek ve onları taklit etmek yerine, kendi değerlerimizi yüceltseydik.
Böylece uluslarımızı değerlerini kaybetmeden gelişime, değişime açsaydık, insanlığın başlangıcından bu yana bölgede yaşanan tarih ve tecrübeler, örf ve adet hukukunun da en güzel örneklerini verecek ve insanlığa büyük hizmetlerde bulunacaktık. İnsani değerlerin en yücelerinin ve merhamet duygularının en yoğun yaşandığı bu coğrafya insancıl hukukun kalbidir, ruhudur.”
“KIBRIS TÜRKLERİ İNSANCIL HUKUK İHLALLERİ İLE YÜZ YÜZE GELDİ”
Akar, son iki asırdır İslam coğrafyasında şahit olunan uygulamalara paralel bir biçimde Kıbrıs Türklerinin de 1958’den 1974’e kadar geçen süre zarfında, 1963 Kanlı Noel, 1974 Muratağa, Sandallar ve Atlılar Katliamlarına, yerlerinden yurtlarından sürgün edilme gibi insanlık dışı muamelelere tabi tutularak, yaşam haklarını hiçe sayan insancıl hukuk ihlalleri ile yüz yüze geldiklerine dikkat çekti.
Akar, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Devletinin garantör ülkesi olarak adada Müslüman Kıbrıs Türklerine yönelik insanlık dışı uygulamalara son vermek, kalıcı kardeşlik ve huzuru tesis etmek üzere Uluslararası anlaşmalara dayanarak 1974 yılında adaya müdahale edip, adada yaşanan kanlı insancıl hukuk ihlallerine son verdiğini anlattı.
“İNSANCIL HUKUKTAN KAYNAKLANAN HAKLAR AÇIKÇA İHLAL EDİLMİŞTİR”
Tüm bu acılar yaşanırken Kıbrıs Türkleri kendisine karşı insani vazifelerini ayrım gözetmeden yerine getirmekle görevli Kıbrıs Kızılhaçı’ndan yardım alamadığına dikkat çeken Akar, şöyle devam etti:
“Bırakınız kendi ulusal derneğinden yardım alamamayı, uluslararası toplumdan gelen yardımların da Kıbrıs Türklerine ulaşması engellenmeye çalışılarak bir halkın Uluslararası İnsancıl Hukuktan kaynaklanan hakları açıkça ihlal edilmiştir.
İşte bu dayanılmaz acıları çeken Kıbrıs Türkleri çok zor şatlar içerisinde kendi ulusal derneği olan Kuzey Kıbrıs Türk Kızılayı’nı kurmuşlardır.”
Kuzey Kıbrıs Türk Kızılayı’nın, 1974’teki kuruluşunun hemen ardından ICRC’ye kuruluş bildiriminde bulunduğunu, akabinde yazılı olarak defalarca tanınma başvurusunu tekrarladığını anımsatan Ahmet Lütfi Akar, buna rağmen 1 Nisan 2010 tarihine kadar başvuruların formata uygun olmadığı gibi “sakat gerekçelerle” veya başvuru dosyaları kaybedildiği gibi “sahte gerekçelerle” işleme konulmadığını söyledi.
“Söz konusu tarihte ICRC, imza karşılığı elden teslim edilmesi üzerine başvuruyu inkâr edememiş, resmen işleme koyduğunu bildirmek zorunda kalmıştır. O tarihten bu yana başvuru Ortak Tüzük Komisyonuna intikal ettirilmeyerek süreç ilerletilmemiş, buna karşın 2009 yılında başvuran Güney Kıbrıs Rum Kesimi Kızılhaçı’nın başvurusu nihayetlendirilmiş, 23 Şubat 2012’de ICRC tarafından tanındığı bilgisi gelmiştir” diyen Akar şöyle devam etti:
“Kendi halkı zulüm görürken yardım etmeyen dolayısıyla bütünlüğünü kaybetmiş bir ulusal dernek, adanın tümünü temsil edecek şekilde hangi gerekçeyle nasıl tanınabilir? Bugün, Güney Kıbrıs Rum Kesimi Kızılhaçı’nın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde faaliyet göstermediği açık değil midir? Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Kesimi Kızılhaçı’nın bütününü temsil ettiği iddia edilen adanın diğer bölümünde bağımsız ülkesinde örgütlenmiş bağımsız bir ulusal dernek olan Kuzey Kıbrıs Türk Kızılayı mevcut değil midir? Tüm bunlar sabitken, Güney Kıbrıs Rum Kesimi Kızılhaçı’nın tanınmak için gerekli 10 şartı yerine getirdiği kabul edilebilir mi? Tüm uyarılarımıza rağmen ICRC tarafından adanın bir tarafında yaşayan halka ulusal derneğe sahip olma hakkı tanınırken, diğer tarafta yaşayan halkın bu haktan mahrum edilmesi adalete sığar mı? Güney Kıbrıs Rum Kesimi vatandaşlarının İnsancıl Hukuktan kaynaklanan yardım alma, yardım verme hakları tanınırken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarına sizin böyle bir hakkınız yok, sizi ayrımcılığa tabi tutuyoruz denilebilir mi?
Hiçbir hukuk anlayışıyla veya insani değerle açıklanamayacak bu kararıyla ICRC, yansızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş, etnik kökene ve inançlara dayalı, ayrım gözeten bir tercih ortaya koymuş ve insani alanı siyasallaştırmıştır.”
EŞİNE AZ RASTLANIR BİR RİYAKARLIK ÖRNEĞİ
Hareketin değerlerinin önyargılı ve bağnaz kimselerin uhdesine veya onların sağduyudan yoksun kararlarına bırakılamayacak kadar yüce olduğunu vurgulayan Akar, Uluslararası İnsancıl Hukuk’un sağladığı hakların savunuculuğunu yapmakla görevli bir kuruluşun, Kuzey Kıbrıs Türk halkının hakları söz konusu olunca tam tersi bir tutum sergilemesinin eşine az rastlanır bir riyakârlık örneği olduğunu söyledi.
ICRC’NİN BU TUTUMUNU HAYKIRMAKTAN GERİ KALMAYACAĞIZ
Bu tür samimiyetten yoksun yaklaşımların hareketin bütünlüğünü ve saygınlığını, ICRC’nin rolünü ve yapısını uluslararası toplumun önünde sorgulatır hale getirdiğine dikkat çeken Ahmet Lütfi Akar, “Uluslararası Kızılhaç Kızılay Hareketinin 149 yıllık mirasını hiçe sayan bu hukuk dışı karar ve altında yatan anlayışı insanlığa karşı bir tehdit olarak algılıyoruz. Biliyoruz ki, ICRC’nin bu yanlış kararı, Hareketin unsurları, uluslararası toplum ve tarih tarafından sorgulanacaktır. Bu karara karşı her türlü tedbiri alıyoruz ve almaya da devam edeceğiz. Tüm dünyaya tekrar ilan etmek isterim ki, her türlü platformda ICRC’nin temel prensiplere aykırı, adaletsiz, ayrımcı ve eşit olmayan bu tutumunu haykırmaktan geri kalmayacağız” dedi.
Akar, şöyle devam etti:
“Gün bugündür. Bu harekete ihanet eden kurum ve kuruluşlara gereken cevabın verilmesi, bundan sonra da hükmedenlerin adil olmasını sağlayacaktır. Hepimiz üzerine düşen görevi yapmalıyız. Uluslararası Hilal İslam Komitesi’ni göreve davet ediyorum. Bu keyfi ve bağnaz tutuma karşı mekanizmaları harekete geçirmeli, insani hareketi rayına oturtmalıdır”
BOHETMA “RUM KIZILHAÇI’NIN TANINMASI KABUL EDİLEMEZ”
Uluslararası Hilal İslam Komitesi Başkanı Ali Bohetma da konuşmasında, bu toplantıyı Girne’de düzenlemekten onur duyduğunu söyledi ve böylesi anlamlı bir etkinliğin düzenlenmesine katkı koyan herkese teşekkür etti.
Komitenin çalışmaları ve amaçları hakkında bilgi de veren Bohetma, uluslararası hukuk ihlallerine, özellikle Filistinlilerin maruz kaldığı haksızlıkları kabul etmelerinin mümkün olmadığını söyledi. İsraillilerin bütün uluslar arası anlaşmaları çiğnediğini kaydeden Bohetma, uluslararası kuruluşların gereken uyarıları yaptığını ancak Filistinlilerin durumunda hiçbir iyileşme yaşanmadığını belirtti.
Bohetma, uluslararası hukuk ihlal edenlerin, uluslararası mahkemelerde cezalandırılması gerektiğini söyledi.
Güney Kıbrıs Rum Kızılhaçı’nın tanınması kararının kabul edilemez olduğunu kaydeden Bohetma, KKTC Kızılayı’nın da tanınması gerektiğini ve bunun için çaba harcamak gerektiğini belirtti. Bohetma, İslam dünyasına KKTC Kızılayı’nın tanınması için çaba harcama çağrısında bulundu.
Bohetma, İslam dünyasının korkunç saldırı ve felaketlerle maruz kaldığını ve çatışmalarda onbinlerce insanın öldüğünü söyledi. Bu saldırılar konusunda hızlı bir işbirliği yapılması gerektiğini kaydeden Bohetma, İslam dünyası örgütlerinin bu konuda çalışıp, saldırıların izlerini silmesi ve insanların onurunu koruması gerektiğini belirtti.