Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, New York'taki Birleşmiş Milletler Merkezi'nde, Kadının Statüsü Komisyonu'nun oturumuna katılıyor.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda da konuşma yapacak olan Fatma Şahin, NTV Ankara Temsilcisi Nilgün Balkaç'ın sorularını yanıtladı.
Türkiye nasıl bir dosya ile gidiyor ve Türkiye'de kadına ve özellikle kız çocuklara yönelik şiddette nasıl bir tablo sunacaksınız içeride?
Bugün çok güçlüyüz. BM’ye gelirken ne yapacağımızı anlatmak için gelirdik hep başkalarının başarı hikayelerini dinlerdik ama bugün Türkiye'nin başarı hikayesiyle geliyoruz. Yasasını çıkarmış, hukuki mevzuatlarını tamamlamış, kurumsal kapasitesini güçlendirmeye çalışan, zihinsel dönüşümünü güçlendirmeye çalışan ve bunu bütüncül bir bakışla, ilgili bütün kamu ve özel ortaklarıyla birlikte koordineli çalışmayı başararak geliyoruz. Özellikle Ortadoğu ve Türki Cumhuriyetler açısından baktığınız zaman Türkiye ne yapıyor?, hangi noktaya odaklandı?, bu düzenlemelerde üzerimizde de çok büyük sorumluluk ve emanet var. Bu yaptıklarımızı, yapacaklarımızı, hedeflerimizi anlatacağız. Çünkü artık biliyor ve kabul ediyoruz ki bu bir insan hakkı ihlali, bir halk sağlığı sorunu ve özellikle kalkınmanın büyümenin önündeki en büyük engel. Kadının özgüvenini elinden alıyor, aileyi parçalıyor. Biz o yüzden kadınıyla, erkeğiyle güçlü ve mutlu bir aile yapısı içinde kadınımızı sorunlarını çözecek kapasiteye ulaştırarak yolumuza devam ediyoruz.
Birde kız çocuklarına yönelik şiddet, cinsel istismar ve erken evlendirme var. Rakamlara baktığımızda Türkiye nasıl bir durumda?
TÜİK rakamlarına baktığımızda 18 yaş altı evlenme oranları 50-60’lı yıllarda yüzde 70’lerin üzerindeydi, şu anda yüzde 9’a düşmüş durumda. Ayrıca biz "çocuk gelin" dediğimiz çok daha küçük yaşta evlendirilen, eğitim hayatında olması gerekirken zorla kendi çocukken çocuk sahibi yapılmaya çalışılan bir zihniyete karşı da mücadele ediyoruz. Bir taraftan caydırıcılık hükmünü arttırırken, bir taraftan özellikle herkesin okuması lazım ve sosyal devlet olarak gereken bütün imkanları sunmalıyız anlayışıyla bugünlere geldik. Hızlı bir şekilde bu yüzde 9’u daha da aşağı çekeceğiz.
Değişen yasal düzenlemelerle birlikte özellikle ölüm oranların da düşüş var ancak ailenin bütünlüğüne karşı bu yasal düzenleme etki yapıyor ailenin bütünlüğünü bozuyor diye. Bu tür tartışmalar ailenin içinde mi kalması lazım yoksa doğru yöntem bu mudur?
İki ayrı uç noktada görüşler var, her ikisine de saygılıyız. Ama rakamları iyi görmemiz ve analizimizi doğru yapmamız gerekiyor. Bir taraftan "ne yaparsak yapalım bu şiddet vakası azalmıyor" deyip rakamları görmezden gelen bir zihniyet var. Bir taraftan da "kadının yaşamına dair yapılan çalışmalarda aile değerlerinde yıpranmaya neden oluyorsunuz" diyen başka bir görüş var. Biz muhafazakar demokrat olarak, aile değerlerini önemsiyoruz; sevginin, barışın, merhametin, sorumluluğun, nimetin ve külfetin eşit bir şekilde paylaşıldığı bir aileyi çok önemsiyoruz. Ama bu odaklandığımız noktanın dışında kadının yaşam hakkıyla ilgili kadının yaşamına, bedenine dair; psikolojik olarak bir takım şiddet uygulanıyorsa biz bunu görmezden gelemeyiz. Bizim inanç değerlerimiz öncelikle yaşam hakkını önceliyor. Zihinlerde kadının ve erkeğin yaşamın her alanında hayatı paylaşması sorumluluk alması üzerinde götürüyoruz. Biz bunu anlattığımız zaman aile değerleri, evlilik öncesi eğitim, evlilik terapileri, boşanacak aileler verilecek destekleri de beraberinde götürüyoruz. Bunun sonunda da sosyal alanda yapılması gereken çok olumlu eylemlerle mücadele ediyoruz. Bizim alan akşamdan sabaha düzelmiyor, yol yapmak gibi değil bina yapmak gibi değil, cari açığı azaltmak gibi değil. Sosyal alanda insan odaklı bir alanda ekiyorsun, biçmemiz için beklememiz gerekli. Yasayı çıkaralı bir yıl oldu, şu anda ölüm oranlarını yılda yüzde 177’den 155’e düşürmüş, koruyucu tedbirleri artırmış, evden uzaklaştırmalarla güvenlik butonlarıyla, kozalarla bir taraftan mağduru koruyan bir taraftan da failin neden bunu yapıyorsunun bilimsel altyapısını, uyuşturucu veya alkol kullanıyorsa ekonomik sorunu varsa.…
Ekonomik sorunu olmayan ailelerde de şiddet var.
Kriz dönemlerinde daha çok olduğunu gördük bunun. Şu an Avrupa’daki krizle birlikte şiddet arttı diyorlar meslektaşlarımız. Ama genel manada eğitim seviyesi, ekonomik seviyesi yüksek olan ailelerde bu olmuyor anlamına gelmiyor. Bir çok noktada akademik olarak kariyer yapmış, her türlü başarı hanesini olan bireylerde bu konuda çok farklı sorunlar yaşanabiliyor. Makro bir bakış değil her bir spesifik soruna özel çözümlerle devam etmemiz gereken bir mücadele alanı.
8 Mart’ta Siirt’e gideceksiniz. Doğu ve Güneydoğu kadınına ne yapmayı planlıyorsunuz? Teröre çocuklarını yollamaması için ya da bunun önüne geçmek için annelere nasıl destek vereceksiniz?
Bizim son 10 yılda Güneydoğu’da yaptığımız sosyal politikalara bakın, hep kız çocukları ve anneler üzerine bunu yaptık. Kadın kendine önem verildiğini, sosyal devlet olarak hükümetin başbakanın kendinin yaşamını önemsediğini, kız çocuğunu okullaştırmak istediğini, hastaneden eşit bir şekilde fırsat eşitliği sağlanmasını istediğini, onun için hem hastane hem okul sayısı arttırılırken kızı ve erkeği eşit imkanlarla bu arttırılan imkanlardan istifade etmesini sağlayacak çok tedbir alındı. Zaten MGK’nın genel olarak çıkan kararında terörle mücadele tek başına Silahlı Kuvvetler'in yapacağı bir mücadele değil. İnsan odaklı, sosyal politikayla birleştirilmesi ve bütüncül bir bakış gerekiyor. Biz en son yine başbakanımızın Mardin programında 55 merkezimizin açılışını yaptık. Diyarbakır, Silvan, Bağlar gibi birçok yerde, Güneydoğu'da açılış yaptığımız yerleri ziyaret ettiğimde kadınların bakışında, taş atan çocukların ellerinde gülle bizi karşıladıklarını gördüm.