Antalya tatlı bir sonbahar mevsimini yaşanıyor.
Konyaaltı ve Lara sahillerinde güneşlenen, denize giren insanlar ekim ayının sonlarındaki bu güzel havadan nasibini alan şanslılar arasında yerlerini alıyorlar.
Şehir içerinde yoğun bir turist kalabalığı, havalimanında dış hatlarda hareketlilik bu yıl turizmin güzel bir yaz sezonu geçirdiğinin eseri olarak hatıralarımızda kalacak.
Antalya herkesin yaşamak için hayalinde olan güzel bir şehrimiz.
Biz şehrimizden yana çok şanslıyız. Burada doğmuşuz, burada yaşıyoruz.
Peki, bu güzel Antalya bizlerden yana şanslı mı?
Doğrusu bunu hep düşünmüşümdür.
Şehircilik planlamasıyla, imar uygulamasıyla, ticari potansiyeli, ekonomisi, tarihiyle biz bu güzel şehrimize ne veriyoruz ki?
Allah’ın lütfettiği tabiat şartlarıyla, havası, doğası, güneşi, kumu, denizi, iklimiyle herkesin yaşamak istediği Antalya’ya bence özellikle yerel yöneticiler haksızlık ediyor.
Bayramın üçüncü günü yağan yağmurdan sonra Atatürk Caddesi’nin 1250 sokaktan gelen sel suyu ve kırmızı çamurun dükkanlara verdiği zararın videosunu çekmiş olan esnaftan görüntüleri seyrederken içim sızladı.( Bu görüntüleri esnaf, Muratpaşa Belediye Başkanı Süleyman Evcilmen’e izlemesi için göndermiş.)
Eskiden Yedi Arıklar’dan akan sular, Atatürk Caddesi’nden geçen özel kanallardan akan sular Allah’ın Antalya’ya lütfu olan zerzeminlerde kaybolan sel sularıyla sanki yağmur yağmamış gibi. Her yağmur sonucu normale dönen yaşam şimdi mazilerde kalmış gibi.
Teknolojinin, makinenin, teçhizatın bu kadar bu kadar çok büyüdüğü günümüzde maalesef Antalya’ya haksızlık ediyoruz.
Kaliteli, uygarca bir şehir yaşamını Antalya’ya veremiyoruz.
Portakal fidanları ekeceğimiz caddelere ektiğimiz bitki türlerinden başlayıp, artık isyanlara yol açan trafiği ile her yağmur yağmasında yaşanan sel felaketlerin yol açtığı zararlar ile bence Antalya’mız bize S.O.S veriyor, kırılıyor, küsüyor.
50 Yılını geride bırakan bir kültür olayında Altın Portakal Film Festivali’nde bile Antalya’mıza layık bir organizasyon yapılamadığı için Sabah Gazetesi köşe yazarı Yüksel Aktuğ’un “Sıkma Portakal Festivali” yazısını okurken bile kızamıyorum. Gelip gördüğü, yaşadığı festivali yazmış. (İyi ki yalakalık yapmamış helal olsun.)
Antalya’mızı kırıyor, Antalya’mızı isyan ettiriyor, küstürüyoruz.
Peki, bu güzel şehrimiz buna mı layık ki? Asla.
İçimden daha fazlasını, daha ağırını yazmak geliyor ama bir Antalya sevdalısı olarak elim yazamıyor.
Yeni yapılan vatandaşın dededen, babadan kalma yerlerini gasp edercesine yüzde 75’e yakın zayiatla imar uygulaması yapılmaya çalışılan ve dava konusu olan Kırcami imar planının bu zoraki uygulamasına aklım fikrim ermiş değil.
Daha modern altyapısı, yeşil alanları, kültürel, sosyal, spor tesisleriyle, gökdelenleri rezidansları, villalarıyla daha çağdaş bir Kırcami’si projesini kimler Antalya’dan kıskanıyor ki?
Antalya’nın Çehresini ve vizyonunu değiştirecek her iki önemli projesine hep birlikte sahip çıkmalıyız.
16 Binlik dönümlük yeni, modern, tapu sahiplerine haksızlık yapılmadan içlerine sine sine imarı düzenlenmiş Kırcami planıyla, şimdiden kollar sıvanarak heyecanla çalışılan, 2016’da Antalya’da yapılacak dünyanın en önemli organizasyonlarından EXPO 2016 için Antalya’mıza layık bir seferberlik başlatmalıyız.
Bu şehrin STK’ları, siyasi partileri, bürokratları hele hele belediye başkan adayları Allah rızası için ellerini vicdanına koymalı.
Antalya’mız için önemli iki projeye canı gönülden destek vermeliyiz.
Bizlere böyle güzel bir sonbahar yaşatan Antalya’mızın hakkını yememeliyiz.
Antalya’da yaşayan tüm yerli, yabancı hemşerilerimiz ile birlikte Antalya’mızı yeniden kazanmalıyız.