Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yıllarca bölgede olağanüstü hal uygulandığını, yasaklarla, kısıtlamalarla, tecritle ne terörün gerilediğini, ne kayıpların azaldığını, aksine bölgede hem gerilimin, hem yoksulluğun, hem adaletsizliğin arttığını, hem de şartların teröre çok daha elverişli hale geldiğini belirtti.
Erdoğan, "Biz terörün sonunu getirecek olanın daha fazla demokrasi, daha fazla adalet, daha hakça bir paylaşım, daha dengeli, daha yaygın bir kalkınma olduğuna inanıyoruz" dedi.
Erdoğan, Televizyonlarda yayımlanan "Ulusa Sesleniş" konuşmasında, Türkiye'nin gelişme seyrini ortaya koyan güzel haberlerle başlamayı umduğu sözlerine maalesef gelen acı haberlerin gölgesinin düştüğünü dile getirerek, geçen hafta içinde Hakkari'den, Elazığ'dan, Diyarbakır ve İstanbul'dan ardı ardına gelen kara haberlerin herkesin yüreğini kanattığını söyledi.
Hayatını kaybeden bütün şehitlere bir kez daha Allah'tan rahmet, yaralı askerlerimize de acil şifa dileyen Başbakan Erdoğan, "Şehitlerimizin kederli ailelerinin acılarını paylaşıyoruz" dedi.
Van'da şehitleri uğurlamak için yapılan törene katıldığını anımsatan Başbakan Erdoğan, oradan Genelkurmay Başkanı, ilgili bakanlar ve kuvvet komutanlarıyla Şemdinli'deki Tekeli Taburu'na gittiğini, çatışmada yaralanan askerleri ziyaret ettiğini söyledi.
Daha sonra çatışmanın yaşandığı Gediktepe mevkisine giderek incelemelerde bulunduğunu, şartları yerinde gördüğünü anlatan Başbakan Erdoğan, ardından Derecik Beldesi Umurlu Karakolunu ziyaret ederek, askerlerle, köy korucularıyla beraber olduğunu, vatandaşlarla konuşma imkanı bulduğunu söyledi.
"Atılması gereken adımlar atılıyor"
"Büyük bir gururla ifade edeyim ki bütün bu yaşananlar görev başındaki kahraman askerlerimizin terörle mücadele azim ve kararlılığını daha da arttırmış, daha da güçlendirmiştir" diyen Erdoğan, şöyle konuştu: "Bütün güvenlik güçlerimiz, bölgede en zor şartlar altında büyük bir millet sevgisi, büyük bir vatan aşkıyla teröre karşı mücadelesini sürdürüyor.
Atılması gereken her adım atılıyor, alınması gereken her tedbir alınıyor, bundan hiçbir vatandaşımızın şüphesi olmasın. Hükümetimiz, ilk günden itibaren, ordumuzun, güvenlik güçlerimizin her ihtiyacını karşılamış, savunma ve güvenlik için talep edilen her isteği eksiksiz yerine getirmiştir. Ancak bildiğiniz gibi terörle mücadele kendi içinde büyük zorlukları olan karmaşık ve çok boyutlu bir mesele...
Askeri tedbirlerle terörün belli ölçüde önünü alsanız bile, terörün zeminini ortadan kaldırmadığınız sürece bu acı olayların yaşanmasına bütünüyle engel olamıyorsunuz. Türkiye yıllardır terörist güçlere karşı güvenlik güçleriyle gerekli her türlü mücadeleyi fedakarca yürütüyor. Bunun sadece hükümetin ya da güvenlik güçlerinin değil, bir bütün olarak Türkiye'nin meselesi olduğunu iyi bilmemiz lazım.
Bu ülkenin siyasetçisi de iş adamı da yatırımcısı da aydını da medyası da bu meseleyi kendi meselesi olarak görmek, o bilinçle, o hassasiyetle meseleye yaklaşmak zorundadır. Bu mesele öfkeyle, şiddetle, sloganla, hamasetle çözülebilecek bir mesele değildir; aklıselimle, şefkatle, anlayışla, kararlı ve samimi gayretle çözülebilecek bir meseledir.
Yıllarca bölgede olağanüstü hal uygulandı, yasaklarla, kısıtlamalarla, tecritle ne terör geriledi, ne kayıplar azaldı. Aksine bölgede hem gerilim arttı, hem yoksulluk arttı, hem adaletsizlik arttı, hem de şartlar teröre çok daha elverişli hale geldi."
"Hep birlikte çözeceğiz"
Terörü bir yöntem olarak kullananların, çatışma kültürünün, şiddetin, öfkenin kendi ekmeklerine yağ süreceğini gayet iyi bildiğini dile getiren Başbakan Erdoğan, çünkü terörün, ancak bu gerilim ikliminde kendine zemin ve taraftar bulabildiğini söyledi. "Biz terörle mücadelenin ilk şartının bu oyuna gelmemek olduğunu biliyoruz" diyen Erdoğan, "Şunu herkes bilsin ki; devlet olarak bu şiddet diline, bu çatışma kültürüne teslim olmayacak, aklıselimimizi ve soğukkanlılığımızı asla yitirmeyeceğiz" dedi.
Erdoğan, "Biz terörün sonunu getirecek olanın daha fazla demokrasi, daha fazla adalet, daha hakça bir paylaşım, daha dengeli, daha yaygın bir kalkınma olduğuna inanıyoruz. Bu kanlı oyunların hedefi, milletimizin birliği ve beraberliğidir, bu topraklarda asırlardır var olan kardeşlik hukukudur, barış iklimidir. Bu meseleyi el ele, gönül gönüle vererek hep birlikte çözeceğiz" diye konuştu.
Gazze konusu
Geçen ayın son günü geç saatlerde Gazze halkına insani yardım götüren "Gazze'ye Özgürlük Filosu"na yapılan vahşi saldırıyı ve ardından yaşananları, vatandaşların da yakından takip ettiğine işaret eden Başbakan Erdoğan, Akdeniz'in uluslararası sularında 32 ülkeden 600 civarında sivil gönüllüye karşı girişilen bu saldırının, 9 insanının ölümüne, birçoğunun yaralanmasına sebep olduğunu hatırlattı.
Gemilere hukuksuzca el konulduğunu, gönüllülerin saatler boyunca İsrail hapishanelerinde alıkonulduğunu, yine hukuksuzca sorgulandığını dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu hadise sadece Türkiye için değil, sadece o gemilerde vatandaşı bulunan ülkeler için değil, bütün bir insanlık için tarihe geçecek bir zorbalık örneğidir. Nitekim dünyanın dört bir yanında yapılan gösterilerle bu saldırı telin edilmiştir. Sizler de yakından takip ettiniz, bu menfur saldırının ardından hem devlet, hem millet olarak tepkimizi en sert şekilde ortaya koyduk.
Devletimizin bütün imkanlarını seferber ederek, bütün yardım gönüllülerinin en kısa zamanda geri dönüşlerini temin ettik. Sadece Türk vatandaşı olanları değil, hangi ülkeden olursa olsun, bizimle gelmek isteyen bütün yardım gönüllülerini bir gün içinde, Türk Hava Yollarının tahsis ettiği üç büyük uçakla Tel Aviv'den İstanbul'a getirdik. Nakledilebilecek durumda olan yaralılarımızı da aynı gün, Genelkurmayımızın ve Sağlık Bakanlığımızın ambulans uçaklarıyla Ankara'ya aldırdık.
O gün itibariyle nakledilmeleri, bizim kendi doktorlarımız tarafından tıbben sakıncalı görülen yaralılarımızın da başlarına Türk refakatçiler bıraktık, üç gün sonra onları da aynı şekilde Ankara'ya getirdik. Hükümet olarak ilk günkü hassasiyetimizle konuyu takip etmeye devam ediyoruz. Bu hadise vesilesiyle bir defa daha anlaşılmıştır ki dünya barışı ve insanlığın esenliği için bütün toplumlar seslerini yükseltmeli, iradelerini ortaya koymalıdırlar.
Nitekim yoğun diplomatik çabalarımız sonucunda İsrail, başta BM, AB, İKÖ ve NATO olmak üzere bütün önemli uluslararası teşkilatlar tarafından kınandı. Daha da önemlisi, İsrailgüdümündeki bazı uluslararası medya kuruluşları, bütün örtme, perdeleme, saptırma ve geçiştirme çabalarına rağmen, barışsever dünya halklarının bu zorbalık karşısında seslerini yükseltmesine bu defa engel olamadılar.
Güçlü olanın her şartta haklı sayıldığı, hukuksuzluğun hak kabul edildiği, zorbalığın devlet politikası haline getirilebildiği bir dünya karanlıklara esir olmuş bir dünyadır. Tarihi boyunca adil olmaya, adaletin sancağını en yüksekte tutmaya ahdetmiş bir milletin temsilcilerinin bu karanlık gidişata seyirci kalması beklenemez."