Antalyalı Kore Gazisi 82 yaşındaki Sadık Siğinç, 3 aydır nefes darlığı nedeniyle tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Siğinç için Muratpaşa Camisi'nde düzenlenen askeri törene, Kore Gazisi'nin 61 yıllık eşi Nafiye ve kızı Güldal Siğinç, Muratpaşa Belediye Başkanı Süleyman Evcilmen ve Gazi'nin yakınları katıldı.
Cenaze namazı öncesinde eşinin tabutuna sarılarak ''Senin yerine ben ölseydim. Sen benim canımsın'' diyerek ağlayan Nafiye Siğinç, eşinin fotoğrafını uzun süre öptü. Kılınan cenaze namazının ardından düzenlenen askeri törende askerlerin omzunda son yolculuğuna uğurlanan Gazi'nin fotoğrafını ve gazilik nişanını, torunu Derin Topdemir taşıdı. Askerler gibi tören adımları ile yürüyen torun Topdemir, ön koltuğuna bindiği cenaze aracında da dedesinin fotoğrafını taşımaya devam etti.
Sadık Siğinç'in kızı Güldal Siğinç, gazetecilere yaptığı açıklamada, babasının 1950 yılında keşif çavuşu olarak Kore'de görev yaptığını anlattı. Güldal Siğinç, ''Bu görevi sırada arkadaşlarıyla birlikte pusuya düşmüş. O pusudan bir tek babam yaralı olarak kurtulmuş. Tokyo'daki bir hastanede 28 gün tedavi görmüş. Annem o dönem yeni evlendiği eşinden hiç haber alamıyormuş. Bir radyoda şehitlerin ismi sayılırken onun da ismini duymuş. Herkes babamın öldüğünü sanmış. Ancak annem onun öldüğüne inanmamış. Yaklaşık 2.5 yıl sonra babam bir gün evine geri dönmüş'' diye konuştu.
Güney Kore Cumhurbaşkanı Lee-Myung Bak'ın da babasına bir mektup göndererek Kore'ye davet ettiğini söyleyen Siğinç, ''Babam bu mektubu görünce çok mutlu olmuştu. Cumhurbaşkanı Lee-Myung Bak'ın mektubunda 'Bir kez daha en içten minnettarlık ve en derin saygılarımızı lütfen kabul buyurunuz. Sizler bizim gerçek kahramanlarımız olarak kalacaksınız. Kore halkı adına sizlere teşekkür ediyorum' cümleleri, hastalıklarla uğraşan babam için büyük bir güç olmuştu'' dedi.
Kore gazisi Siğinç'in cenazesi Uncalı Mezarlığı'nda toprağa verildi.
KIZININ AĞZINDAN SADIK ÇAVUŞ'UN HİKAYESİ
Güldal Siğinç'in gazetelere verdiği ''Sadık Çavuş'un hikayesi'' başlıklı ilanda ise şu cümlelere yer verildi:
''Yıl 1950. Sadık Çavuş genç, yağız delikanlı. Yarine 'Allahaısmarladık' bile diyemeden, gözleri ile O'nu önce kendine, sonra Allah'a emanet ederek yürüdü gitti... Öyleydi onların oralarda, ayıp olurdu... Öpemezlerdi birbirlerini, sarılamazlardı doyasıya... Önce İzmir'e, sonra gemilerle Akdeniz'e yola çıktılar. Süveyş Kanalı'ndan Umman Denizi'ne, oradan Büyük Okyanus'tan Hint Okyanusu'nu aşarak Japon denizlerine geldiler. Muson'da gemilerden inip askeri ciplerle çarpışacakları cepheye götürüldüler.
Sadık Çavuş cephede kocaman yüreği ile 'Keşif Çavuşu' olarak görev yapar. Yine bir gece keşfe çıktığı sırada pusuya düşer. Arkadaşlarının çoğu bu pusuda ölür. Sadık Çavuş da bacağından ve göğsünden yara alır. Tokyo Hastanesi'nde 28 gün yatar. Bu arada künyesini savaş cephesinde yitiren Sadık Çavuş'un ailesinin, o dönemdeki tek iletişim aracı olan radyo, Kore'de çarpışarak ölen kahraman askerlerimizin isimlerini söylerken onun da adı geçer.
Gencecik, vedalaşamadığı, ona son kez dokunamadığı karısına dünya o saatten sonra dar gelir. Günlerce ağlar, yas tutar. Ama tanrı ona malum eder. Rüyalarında Sadık Çavuş ölmemiştir. Cam bir mekanın içinde öylece yatar durur. Sonunda da bir deveye biner ve yerine gelir. Rüyaları böyle der güzel Nafiye'nin... Öyle de olur ve bir zaman sonra çıkar gelir yari ona koşarak... 2.5 yılın sonunda dünyalar Nafiye'nin olur. Sevincinden kime ne müjde hediyesi vereceğini şaşırır. NATO, BM şeref madalyaları ile onurlandırılır Sadık Çavuş ve madalyalarını yıllarca büyük bir onur ve gururla taşır, ölen arkadaşlarının adına da...
Sadık Çavuş benim babam ve bu öykü onun yaşamının bir parçası. O yaşam bugün sona erdi. Rahat uyu babacığım, seni çok seviyorum. Şimdiden özledim.''