Osmanlı İmparatorluğu'na son dönemlerinde bazı Avrupalı devlet adamlarınca yapılan, "Avrupa'nın hasta adamı" yakıştırmasına göndermede bulunularak, bugünkü makaleye, "Avrupa'nın gürbüz adamı" başlığı atılması dikkati çekti.
Yazısında Erdoğan, dünyada meydana gelen ekonomik ve siyasi gelişmelerin ardından, aralarında Brezilya, Hindistan, Türkiye'nin de bulunduğu yeni beliren küresel güçlerin, küresel ekonomide oynadıkları etkili role dikkati çekti. Erdoğan ortaya çıkan bu ekonomik ve siyasi değişikliklerin ardından, BM Güvenlik Konseyi'nin uluslarası düzeni daha iyi temsil edecek şekilde yeniden yapılandırılmasına duyulan ihtiyacın ciddi bir şekilde kendisini hissetirmeye başladığının altını çizdi.
AB'nin dünyada meydana gelen güç dengesindeki değişikliklerden etkilenmemesinin düşünülemeyeceğini dile getiren Erdoğan, ''yaşanan mali krizin Avrupa'da daha büyük bir dinamizme ve değişikliğe duyulan ihtiyacı ortaya çıkardığını'' belirtti. Erdoğan, Avrupa ülkelerinin, yeni dünya düzeninde gücünü ve itibarını korumasının, Avrupa'daki iş piyasası ve sosyal güvenlik sistemleri, durağan durumdaki Avrupa ekonomileri ve hızla yaşlanan nüfus gibi sorunlara eğilmesiyle mümkün olabileceğini ifade etti.
Türkiye'nin AB'ye aday bir üye olarak, ''etkileyici ekonomik gelişmesi ve siyasi istikrarıyla küresel sahneye damgasını vurduğuna'' işaret eden Erdoğan, Türkiye'nin Avrupa'nın en hızlı kalkınan büyük ekonomisi olduğunu ve 2011 yılında da bu durumda bir değişiklik olmayacağını vurguladı. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) de 2050 yılına gelindiğinde Türkiye'nin Avrupa'daki ikinci en büyük ekonomi olacağı yönünde öngörüde bulunduğunu hatırlatan Erdoğan, ''Türkiye AB'nin çok ihtiyaç duyduğu büyük bir enerjiye sahiptir'' ifadesini kullandı.
Türkiye'nin sadece ekonomisiyle değil, ''yumuşak gücüyle de küresel ve bölgesel bir oyuncu haline gelmeye başladığını'' dile getiren Erdoğan makalesinde şu görüşlere yer verdi:
''Türkiye, onlarca yıldan beri dikkatlerden kaçmış olan yaşadığı çevresini yeniden keşfediyor. Balkanlardan Ortadoğu'ya ve Kafkasya'ya kadar uzanan, ileriye dönük bir dış politika izliyor. Türkiye'nin, daha geniş bir alandaki ülkelere yönelik izlediği, 'sıfır sorun, sınırsız ticaret' politikası, hepimiz için, dogmatik olmayan bir istikrarı sağlamak için sığınacak bir liman yaratmayı amaçlıyor. Vizesiz seyahat anlaşmamız olan 61 ülke var. Bu, romantik bir yeni Osmanlıcılık değil: Bu, dünya düzenine yönelik yeni bir vizyona dayanan gerçekçi bir politikadır ve ben bu vizyonun gelecek on yıl içinde AB'ye faydası olacağına inanıyorum''.
Türkiye'nin AB üyeliği konusuna da değinen Erdoğan, 50 yıldan daha uzun süre önce AB'ye üyelik başvurusunda bulunduğunda, Türkiye'nin AB ile ilişkisinin sadece ekonomik temelde olduğunu, ancak günümüzdeki Türkiye'nin farklı bir ülke olduğunu belirtti.
Yazısında, ''Biz artık AB kapısında yalvaran uysal bir ülke değiliz'' ifadelerini kullanan Erdoğan şunları kaydetti:
''Bazıları Türkiye'nin AB'den başka gerçek bir alternatifinin bulunmadığını söylüyor. Bu görüş, Türkiye ile AB arasındaki ekonomik bütünleşme ve özellikle de liberal ve demokratik bir Avrupa'nın Türkiye'deki reformların çapası olduğu gerçeği göz önüne alındığında yeterince doğru olabilir. Ancak bunun tersi de geçerlidir. Avrupa'nın Türkiye'den başka gerçek bir alternatifi yoktur. AB, özellikle de güç dengesinin yön değiştirdiği küresel düzende, daha güçlü, zengin, daha kapsamlı ve daha güvenli bir birlik olmak için Türkiye'ye ihtiyaç duyuyor. Umarım Avrupalı dostlarımız çok geç olmadan bu hakikatı keşfeder.''