Festivalin hamiliğini yapan Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Valiliğine, destek veren İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Türkiye İhracatçılar Meclisi ile tüm sponsorlara şükranlarını sunan Erdoğan, 18 Mart'ta başlayan festivalin son derece başarılı bir biçimde devam ettiğini büyük bir memnuniyetle öğrendiğini kaydetti.
Erdoğan, yaptıkları çok büyük ölçekli yatırımlar ve tanıtımlarla İstanbul'un uluslararası kongre merkezi, spor karşılaşmaları merkezi, sanat ve kültür merkezi, finans merkezi olma yolunda emin adımlarla ilerlediğini vurgulayarak, ''Shopping Fest ile İstanbul'un uluslararası bir ticaret ve alışveriş merkezi olma vasfını da böylece güçlendirmiş olduk'' dedi.
Türkiye'nin şehirleriyle ilgili olarak en başından beri bir hayalleri bulunduğunu ifade eden Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Biz, İstanbul başta olmak üzere, birçok şehrimizi marka şehir haline getirmek gibi bir hedef belirledik. Bunu gerçekleştirmek için de şu ana kadar önemli adımlar attık. Son dönemde Antalya, Samsun, Kayseri, Konya, Trabzon başta olmak üzere tüm şehirlerimiz kabuklarını kırarak dünyaya açıldılar. Burada şehirlerin anası olarak kabul edilen İstanbul, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle marka olmayı zaten fazlasıyla hak ediyordu. Tabii burada, bu açılış töreninde, marka noktasında engin tecrübeye sahip değerli arkadaşlarımız var. Onlar da eminim ki beni teyit edeceklerdir. Bir marka oluşturmak için öz güven ve vizyon son derece önemli. Burada kendimize inanmak, kendimize güvenmek hepsinden öte çok önemli. Atalarımızın güzel bir ifadesi var; 'Başarı, başarıda inanmak öyle önemli bir haslettir ki tekeden bile süt çıkartır. Onun için başarıya inanacağız, kilitleneceğiz.
Ürettiğiniz malın, ürünün, hizmetin uluslararası piyasalarda kendisine yer bulabilmesi, isim yapabilmesi için önce kendimize güveneceğiz, o öz güvenle hareket edeceğiz ve böylece başarıyı yakalayacağız. Bunun yanında vizyoner olacağız, değişimci olacağız. Dünyayı, pazarı, tüketici eğilimlerini takip edeceğiz. Markayı bir yandan oluşturacak, bir yandan sabırla, güvenle insanların adeta zihinlerine nakşedeceğiz. Biz, İstanbul'a işte böyle bir anlayışla yaklaştık.''
''ELİMİZDE BİR ELMAS PARÇASI OLDUĞUNU BİLİYORDUK''
Başbakan Erdoğan, 1994 yılında Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde, ellerinde bir elmas parçası olduğunu bildiklerini, ancak bunun ince ince, usta ellerde, sabırla işlenmesi gerektiğine inandıklarını ifade ederek, İstanbul'un kabuğunu kırması, parlaması, tüm zenginliklerini cömertçe İstanbullulara, Türkiye'ye ve dünyaya sunması gerektiğini düşündüklerini kaydetti.
Erdoğan, ''Biz, İstanbul'u ellerinden tutup yeniden ayağa kaldırırken çok boyutlu düşündük. İstanbul'u çok boyutlu olarak ele aldık. Çünkü İstanbul ihanete uğramıştı. Aslında İstanbul'a yazık ettiler, İstanbul'a darbe üstüne darbeler vurdular. Kim nereyi işgal etmişse oraya plansız bir yapı kondurdu. Kim, nerede şöyle boş bir arazi bulmuşsa, dört duvar dikti, 'burası benimdir' dedi. Ne plan, ne proje... Hiçbir şey yok. Bu İstanbul'a ihanettir, bu İstanbul'un tarihine ihanettir, geçmişimize ihanettir. Şimdi biz bunun aslında bedelini ödüyoruz. Şimdi bunu yeniden değiştirip dönüştürmenin gayreti içerisindeyiz. Aslında İstanbul'un katma değeri şu andakinden çok ama çok daha fazla olacak'' şeklinde konuştu.
Sadece ulaşım, temiz hava, temiz çevre, temiz su demediklerini, İstanbul'u, geçmişiyle, geleceğiyle bir bütün olarak ele aldıklarını vurgulayan Erdoğan, bir yandan sorunlara köklü çözümler üretirken, bir yandan da İstanbul'a bir gelecek vizyonu oluşturduklarını anlattı.
Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''Sadece şu son 8 yılda İstanbul'un şahit olduğu uluslararası etkinlikler bile ne kadar isabetli bir çizgi takip ettiğimizin açık ispatıdır. Fakat biz buna yoğunlaşırken birileri de önümüze bariyer koymaya gayret etti. İşte bir Galataport süreci, bir Haydarpaşaport süreci... Bunlar çok önemli. Bir Tophane olayı... Bunlar çok önemlidir. Bakın bir Galataport'u biz gerçekleştiremedik. Ne yaptılar? Engellediler. Kim önümüze dikildi? Yargı... Eğer Galataport şu anda bizim planladığımız gibi başlamış olsaydı, bitmiş olacaktı ve böylece o Tophane'deki çirkinlikleri görmeyecektik. Oradaki bütün o tarihi güzellikler meydana çıkacak ve o kruvaziyer gemileri gelecek, dünyanın değişik yerlerinden büyük sermayedarlar oraya getirilecek ve onlar İstanbulumuza hem büyük imkanlar bırakacak hem de İstanbulumuzu farklı bir şekilde bütün güzellikleriyle tanıyarak kendi ülkelerine öyle döneceklerdi. Aynı şekilde Haydarpaşaport... Bizim Haydarpaşaport'taki hedefimiz, yaklaşık 6 bin yatak kapasitesi... Ama öyle devasa binalar filan, dikey mimari falan değil, yatay mimariyle gayet güzel oradaki mimariye uygun binalar düşünüyorduk. Gelen tüm turistlere, oradaki trafiği ortadan kaldırmak suretiyle, bir 'shuttle' sistemiyle orada binaları birbirlerine bağlamak, oraları tamamıyla bir yürüyüş alanı haline getirmek suretiyle, İstanbul'un tüm güzelliklerini, oradan Topkapı'yı, Boğazı, Marmara'yı izleme imkanlarını verecektik. Bunlardan şu anda biraz zaman kaybettik, ama bunu gene gerçekleştireceğiz. Ve bunu gerçekleştirmek suretiyle, işte sizlerin de attığı bu adımlarla, inanıyorum ki İstanbul dünyaya çok daha farklı bir şekilde ürünleriyle de güzellikleriyle de mesajını verecek.''