Cumhurbaşkanı Gül, programda yaptığı konuşmada, projeyi başlatanlara, sunuculuğu üstlenen Beyazıt Öztürk ve Derya Baykal'a ve sanatçılara teşekkür ve takdirlerini iletti. Herkese, diyabetin önemini hatırlatmak ve hastalıkla mücadelede daha fazla çalışmasını temin etmek için projeyi Cumhurbaşkanlığının himayesine aldıklarını belirten Gül, lansmanın Çankaya Köşkü'nde yapılmasının bir anlamda devlet kurumları için talimat, sivil toplum örgütleri için teşvik niteliği taşıdığını söyledi.
Abdullah Gül, bugünkü toplantıdan sonra yapılacak faaliyetlere hız verilmesinin önemli olduğunu dile getirerek, ''Bu toplantıyla adeta füzeyi ateşleyerek fırlatmış oluyoruz'' dedi.
Diyabetin, başka hastalıklara altyapı oluşturduğuna dikkati çeken Gül, şunları kaydetti:
''Dünyada da böyle ama işin kötüsü Türkiye'de çok hızlı bir şekilde gelişiyor. Sayın Sağlık Bakanı beni dün ziyaret etti. Bana diyabet ve diğer hastalıklarla ilgili iki kitapçık verdi. Türkiye'de bir çok hastalık neredeyse elimine edilmiş, yok olmuş, yaşam süresi uzamış, çocuk-anne ölüm oranı gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkmış. Kitapçıklardan birinde bir grafiğin altında Türkiye'de kilo ve obezitenin salgın seviyesine ulaştığı yazıyordu. Salgın kelimesini okuyunca hayret ettim. Türkiye'de 1998 yılında normal kiloda olanlar nüfusun yüzde 55'i imiş, oysa 2010 yılında normal kiloda olanların oranı yüzde 27.5 seviyesine düşmüş. Nüfusun yüzde 36'sı obez, yüzde 36'sı kilolu. Bu dikkati çekici bir şey. Diyabet, bütün uzuvları rahatsız eden bir hastalık. Bu da diyabete ayrı bir önem verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
İnsan hasta olduktan sonra tedavi, hem maddi anlamda hem çekilen acılar açısından maliyetli. Yazık gerçekten... O zaman hastalığı önleyici çalışmalar önem kazanıyor. Savaşlar, depremler, tabii afetler oluyor. Bunların bazılarına bir şey yapamıyoruz ama gelişmişliğin, kalkınmışlığın hastalıklarını üzerimizde taşımamalıyız. Bunun için köklü bir eğitim en önemli nokta. Okullarda çocukların en iyi şekilde eğitilmesi gerekiyor. Bu uğurda harcayacağımız para tedavi giderinin belki yüzde 1'i olacak.''
Diyabet hastalığında beslenme alışkanlığının da önemli bir faktör olduğunun belirtildiğini söyleyen Gül, ''Yeme-içme deyince hanımların söz hakkı daha çok. Biz, biraz da onlara bağlıyız. Nihayette önümüze ne gelirse onu yiyoruz'' diye konuştu.
Kadınların da bu konudaki düşüncelerinin önemli olduğunu ifade eden Gül, bu konudaki görüşlerini açıklamak üzere eşi Hayrünnisa Gül'ü kürsüye davet etti.
Hayrünnisa Gül, konuşmasında diyabetin sadece bugünkü nesillerin değil, gelecek nesillerin de sağlığını tehdit eden en önemli hastalıklardan biri olduğunu belirtti. Modern çağın getirdiği hayat tarzıyla birlikte beslenme alışkanlığının değişmesinin ve hazır gıda tüketiminin artmasının ''çağın hastalığı'' olarak adlandırılan obeziteye ve başta diyabet olmak üzere bir çok kronik hastalığa neden olduğunu vurgulayan Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Bugün yediğimiz her şeyden korkar hale geldik. Bırakın işlenmiş gıdaları, bir meyveyi, sebzeyi bile çocuklarımıza yedirirken 'acaba bunlar hormonlu mu, genetiğiyle oynanmış mı' diye endişe ediyoruz. Bizim neslimiz daha şanslıydı. Doğal ürünlerle büyüdük. Malesef artık birçok ürünün tohumlarını bile bulamıyoruz. Oysa yöresel tohum ve ürünlerimiz ülkemizin kimliğidir, mirasıdır. Onları özenle korumalıyız. Gelecek kuşaklar 'bu tatları hiç tadamayacaklar' diye üzülüyorum.''
Anadolu'da doğal beslenme sayesinde 100 yaşında sağlıklı insanlara, yanaklarından adeta sağlık fışkıran çocuklara rastladıklarını anlatan Gül, eskiden büyük şehirlere yaşanan göçün bugün tersine döndüğünü söyledi. Hayrünnisa Gül, ''Herkes köye dönemeyeceğine göre, çocuklarımızın doğa ve toprakla iç içe yaşamalarına imkan sağlamalıyız. Küçük bir hobi bahçesinde ya da balkonundaki saksıda kendi yetiştirdiği biber, domatesle pişmiş yemeğe hangi çocuk 'hayır' diyebilir'' dedi.
Türkiye'nin, her türlü ürünün yetiştiği ve dünyanın en zengin mutfaklarından birine sahip ülke olduğunu vurgulayan Gül, ''Büyüklerimizden miras kalan zengin yemek kültürümüzü, fast food'un cazibesine kapılan genç kuşaklara aktararak, yeniden canlandırmalıyız. Babaanne, anneanne yemeklerini onlar için özlem olmaktan çıkarmalıyız'' diye konuştu.
Hayrünnisa Gül, yeni nesilleri hazır gıdadan uzak tutmak için çocuklara yemek yapmayı öğretmenin de önemli olduğunun altını çizerek, ''Çocukları uzakta yaşayan bir anne olarak bunu kendi hayatımdan da biliyorum. Oğullarım kendi yemeklerini yapabilmelerine rağmen 'keşke biraz daha yemek çeşidi öğrenseydik' diyorlar'' dedi.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ da Türkiye'de 20 yaş üstü için 1998 yılında yüzde 7 olan diyabet oranının günümüzde yüzde 13'e çıktığına dikkati çekerek, şöyle konuştu:
''Asansör kullanıyoruz, egzersiz yapmıyoruz, aracımızı iş yerimizin 100 metre ilerisine park etmeye tahammül edemiyoruz. Hayatımızda en büyük zevk, yemek yemek ama bu zevke biraz 'dur' demek gerekiyor. Hazır gıda, çok büyük bir risk ama kabul etmek lazım ki Akdeniz hariç bizim geleneksel mutfağımızda da kalori değerleri çok yüksek. Bu konuda eğitmek ve eğitilmek yetmiyor. Yaşam tarzımızı değiştirmek gerekiyor. Türkiye'de diyabet ile yakın ilişkisi olan şişmanlık da salgın haline geldi. Bu salonda olan her 3 kişiden 2'si şişman. Bunu söylemeye utanmamalıyız. Devlet ve Hükümet olarak sağlık için çok şey yaptık ama fertler, üzerine düşeni yapmadıkça devletin yapacakları da sınırlı.''