Aile içi şiddet, diyalog eksikliği ve ekonomik sıkıntıların kaybolmaların başlıca nedeni olduğunu ifade eden Özbilici, kayıp olaylarında insanların alabilecekleri en kötü haberin ise ölüm olduğunu kaydetti.
Özbilici, Adli Tıp Kurumu ile Türkiye'de bir ilk olan ''Yüz Güncelleme Sistemi''ni geliştirdiklerini söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Kaybolan çocukların kaybolmadan önceki fotoğrafları yıllar geçtikçe bize yeterli bilgi vermiyordu. Yüz Güncelleme Sistemi sayesinde, kaybolanların yıllara göre güncellenmiş fotoğrafları oluşturuldu. Bu bizlere kayıpların bulunması noktasında büyük kolaylık sağladı. Ayrıca insanlar arası iletişimde önemli rolü olan medyanın, kayıp ile yakınlarının iletişim kurabilmeleri için büyük katkıları olacaktır.''
Yapılan çalışmalar ve olay sayısının artmasının bu konuya ilgiyi arttırdığını belirten Özbilici, emniyet birimlerinin de bu konuda çalışmalarını arttırdığını söyledi.
Dernek olarak konuyu TBMM'ye de taşıdıklarını ifade eden Özbilici, milletvekilleriyle bu konuda konuştuklarını ve kayıplarla ilgili bir komisyonun kurulmasını sağladıklarını belirtti.
Zafer Özbilici, kayıplar konusunda medyadan da daha fazla destek beklediklerini ifade etti.
Özbilici, kayıp olaylarında kimlik tespitinin zor yapıldığını anlatarak, DNA testiyle kimlik tespitinin yapılabilmesi için ailelere çocuklarının saç tellerini saklamaları önerisinde bulundu.
ANNE KEDİ GİBİ OLUN
Akdeniz Üniversitesi Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Özatalay, ebeveynlere, çocuklarını tehlikelere karşı korurken aşırıya kaçmamalarını, ancak ihtiyaçları olduğunda da yanlarında olmalarını önerdi.
Dünyada da oldukça yeni bir alan olan çocuk psikiyatrisinde 21 yıldır çalışmalarını sürdüren Doç Dr. Esin Özatalay, dövmek, aç bırakmak, aile içi cinsel ilişkiye (ensest) zorlamak, hakaret etmek, küçük düşürmek, çalıştırmak, emeğini sömürmek, cinsel taciz ve tecavüz gibi geniş bir tanımı olan çocuk istismarı konusunda Türkiye'nin son yıllarda daha kötü duruma geldiğini söyledi.
Türkiye'de dayağın geleneksel bir yanı olduğunu düşündüğünü ifade eden Doç. Dr. Özatalay, ''Buna karşı çıkıp, bilişsel düzeyde kendini eğitmeye çalışan eğitim düzeyi yüksek anne ve babalar, (fiziksel istismar kötüdür) diye yapmıyorlar ama bu defa duygusal istismar boyutuna kaçılıyor. Çocuğa küsmek, yanlış yaparsa kimsenin onu sevmeyeceğini söylemek, gitmekle tehdit etmek, başka çocuklarla kıyaslamak duygusal istismar tanımına girer. Son yıllarda özellikle orta sınıf ve yüksek öğrenimli ailelerin yaptığı büyük bir yanlış bu'' diye konuştu.
Çocuğuna duygusal istismar uygulamaktan kaçınmak kadar, dışarıda karşılaşacağı kötülüklerden de korumak durumunda olan anne babaların bunların uygulamasındaki sınırları belirlemesinin de aslında çok zor olduğunu kaydeden Özatalay, şöyle konuştu:
''Çocuğu korumazsanız zarar görür. Çok fazla korursanız da bu sefer büyümesi, olgunlaşması engellenir. Eğitmek ve korumak adına çocuğu bilgilendirirken çok abartırsak, konunun altını çok çizersek, merakını kamçılar, aklına düşürürüz. Çoğu zaman çocuğu koruyacağız derken kendi korku ve kaygılarımızı ona aktarırız. Gözümüz üstünde olacak, her an yardımına yetişmeye hazır olacağız ama onu engellemeyeceğiz. (Aman kızım dışarıda sapıklar var) deyip sokağa çıkarmaz, dışarıda oynamasına izin vermezsek bu korumak olmaz, zarar vermek olur. Çocuğun sosyal ve bedensel gelişimi için yararlı olan her türlü aktiviteye katılacak ama korunaklı ortamlar ve uygun kişiler seçeceğiz.''
Kedilerin doğada tanıdığı en mükemmel anne olduğunu belirten Özatalay, anne kedinin yavrularının bulunduğu bütün alana hakim, yüksekçe bir yerde oturup gözleriyle yavrularını izlediğini söyledi. Özatalay, şöyle konuştu:
''Anne kedi sürekli gözler. Bir tanesi düşeceği zaman atlar tutar, bir tanesi zarara uğrayacak gibiyse yetişir ama baştan engellemez. Ebeveynlerin gözünün çocuğun üzerinde olması lazım. Engelleme ve kısıtlamaları ölçülü yapmak lazım ama tehlike anında yetişecek mesafede durmak lazım. (Bana ihtiyacın olduğunda buradayım, sorun ne olursa olsun buradayım, yetişirim, seni korurum) mesajını vermek lazım. Yüzme öğretmek gibi de diyebiliriz; çok sıkı tutarsanız asla yüzmeyi öğrenemez, çok erken bırakırsanız boğulur.''