Diyanet İşleri Başkanı Görmez, dün Bingöl Karlıova’da meydana “İslâm bu topraklarda “Kardeşliğimizi “Mele projesiyle bilge “İslâm, hiçbir zaman “Tepkiler Hz. Peygamberin “İslam algımızı yeniden gözden geçirmeliyiz…” “Küresel “Kutsal değerlere “Uluslararası camia bu “İslam düşmanlığı “İslamofobia, “Medeniyetimiz Bütün bunların haricinde başka bir şey daha yapılıyor. Sadece
ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Hz.
Peygambere hakaret içerdiği gerekçesiyle İslâm dünyasında protesto
gösterilerine neden olan “Müslümanların Masumiyeti” filmini ve dün Bingöl’de 8
polisin şehit düştüğü olayları değerlendirdi.
bireysel veya toplumsal değil, küresel bir provokasyondur. Çünkü bir kısır
döngüye girildi ve provokasyonların sayısı çoğaldı.” diyen Diyanet İşleri
Başkanı Görmez, tarih boyunca İslâm’a yönelik birçok eleştiri olduğunu ancak son
dönemlerde bu eleştirilerin aşağılama ve hakaret boyutuna vardığını söyledi.
İslâm dünyasında ortaya çıkan tepkilerin sadece bir filme yönelik olmadığının
altını çizen Görmez, şöyle konuştu:
Fitne filmi, karikatür krizi, Papa’nın Regensburg konuşması, İsviçre’deki
minare referandumu, Almanya’da son
zamanlarda gündeme gelen sünnet yasağı ve Müslümanların varlığını sadece bir
güvenlik meselesi olarak ele alan başörtülü afişler ve son olarak da Amerika’da
ortaya çıkan bu bayağı, pespaye film. Bütün bunlara baktığımızda ortak noktaları,
bunların hiçbir düşünsel, bilimsel, kültürel, sanatsal değerlerinin
olmayışıdır. Filmin, sadece aşağılamak, sadece kutsala saldırmak, sadece tahkir
etmek üzere bina edilen bir provokasyon olduğu anlaşılıyor.”
gelen terör saldırısı nedeniyle şehit düşen 8 polisle ilgili şunları söyledi;
kaldıkça terör, bir katiller hareketi olarak kalmaya devam edecektir.”
biliyorum. Artık başsağlığı dilemenin, mesajlar yayınlamanın çok
anlamsızlaştığını biliyorum. Ancak bununla birlikte öncelikle bütün
şehitlerimizin yakınlarına, ailelerine başsağlığı; milletimize sabır ve metanet
diliyorum. Bütün bu olup bitenlere rağmen, bizim millet olarak, hangi
düşünceden, hangi inanıştan, hangi ırktan, hangi dilden olursa olsun,
milletimizin her ferdinin kardeşlikte ısrar etmesi gerekiyor. Terörün otuz
yıldır bir amacı var: Sahip olduğu ideolojiyi toplumsallaştırmak, toplumun
fertlerini karşı karşıya getirmek. Ancak hesap etmedikleri bir şey var. Din-i
mübin-i İslâm bu topraklarda kaldıkça, bizi birbirimize kardeş kılan ortak
değerlerimiz var oldukça terör, bir katiller hareketi olarak kalmaya devam
edecektir. Şehitlerimizin bize bıraktığı en büyük emanet, her birimizin onların
bu ideolojisinin toplumsallaşmaması için çaba göstermek, birbirimize daha da
yakınlaşmak, kardeşliğimizi daha da pekiştirmek olmalı. Ben tekrar bütün
milletimize başsağlığı diliyorum.”
pekiştirmek, birlik ve beraberliğimizi zedeleyen unsurları ortadan kaldırmak
için çaba sarf ediyoruz”
toplumsal konularda da duyarlılık gösteren bir kurum olduğuna işaret eden
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şöyle devam etti:
yönetmek, sadece cami içinde topluma manevi rehberlik yapmak değildir. Diyanet
İşleri Başkanlığı olarak aynı zamanda kardeşliğimizi pekiştirmek, birlik ve
beraberliğimizi zedeleyen unsurları ortadan kaldırmak için de bir çabamız,
gayretimiz, görevimiz var. Sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde, on
dokuz bin arkadaşımızla çalışıyoruz. Onların her birisiyle ben bizzat bir araya
geliyorum. Onlarla birlikte bunları
değerlendiriyoruz. Hatta birlikte özeleştiri yapıyoruz. ‘Demek ki biz, bizi
kardeş kılan değerleri aktarmakta zaaf gösteriyoruz. Demek ki biz görevimizi
hakkıyla ifa etmiyoruz.’ diye sürekli özeleştiriler yapıyoruz. Sadece bu tür
konuları gündemine alarak çaba göstermek zaman zaman çok fayda vermiyor. Ama
görünmeyen çabalarımızın çok daha farklı olduğunu ifade edebilirim.
şahsiyetlerin bilgi ve irfanlarından yararlanmayı hedefliyoruz…”
olmadığına vurgu yapan Başkan Görmez, şunları söyledi:
ortaya çıkan; ancak zamanla ötekileştirdiğimiz bilge şahsiyetlerin bilgisinden
de istifade etmeyi de amaçladığımız, yalnızca Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgeleriyle sınırlı olmayan, Karadeniz ve Marmara’da, Türkiye’nin muhtelif
yerlerinde eserleriyle kendilerini ortaya koymuş bilge şahsiyetlerin
bilgilerinden, kültürlerinden, irfanından, tabiri caizse ustalıklarından
yararlanmayı hedeflediğimiz bir proje oldu. Şu anda bin kadar arkadaşımız
göreve başladı. Bununla birlikte projenin ilk olumlu, müspet sonuçlarını
aldığımızı söyleyebilirim. Gayet güzel bir şekilde gidiyor. Şimdi yakında o
arkadaşlarımızla bir eğitim yapacağız. Hem onların birikimlerinden
faydalanacağız, hem de Diyanet İşleri Başkanlığının birikimini, tecrübesini
arkadaşlarımıza, hocalarımıza aktarmaya çalışacağız.”
başlıklar şöyle:
şiddete başvurmayı, rastgele büyükelçiliklere saldırıp insan katletmeyi meşru
görmez…”
eden insanların yaşadığı 200 yıllık yaralanmış bir bilinç var. Ben insanların sadece
bu filme tepki gösterdiklerini zannetmiyorum. Sömürge dönemi var. İşgaller ve işgallerin bıraktığı 30- 40 yıllık yönetimler var. Müslümanlar gösterdikleri tepkiyle
aslında şunu söylüyorlar: “Yer altındaki bütün kaynaklarımızı aldınız,
götürdünüz. Sizin olsun. Her yerde canımızı aldınız, kanımız aktı. Ama hiç
olmazsa bizim kutsallarımıza dokunmayın.” Ancak bu, hiçbir zaman sokağa çıkıp
provokatörlerin emellerine alet olmayı, İslâm’ın hiçbir zaman uygun görmediği
şiddete başvurmayı, rastgele büyükelçiliklere saldırıp insan katletmeyi meşru
kılmaz. Zaten bu kısır döngüde beni en çok üzen şey, en büyük zararı İslam’ın
görmesi. O film kendi başına kalsaydı dünyada kaç kişi izleyecekti o filmi? Ama
o film bütün dünyanın izlediği bir film haline getirildi. Bu film niçin Arapça
alt yazı yazılıp, internet erişiminin en düşük olduğu Mısır ve Libya’da
piyasaya sürülüyor? Amaç çok açık. Dolayısıyla bütün bunlardan en büyük zararı
İslâm görüyor. İslamofobia bundan besleniyor. Onun için tabii ki Müslümanların
bu gösterdiği tepkinin sebeplerini tahlil ettiğimizde, gösterilen tepkilerin
sadece o filme bir tepki olarak gösterilmediğini ben şahsen biliyorum. Derin
bir tarihi birikim, aşağılama, tahkir, iki yüz yıllık yaralı bir bilinç ve
kültürel işkenceye varabilecek saldırılar var. Ancak bu film ne kadar bayağı,
ne kadar pespaye, ne kadar provokatif olursan olsun bu hiçbir zaman herhangi
bir Müslümanın sokağa çıkıp, ilgili veya ilgisiz demeden rastgele insan öldürmesini
asla meşru kılmaz.
hikmetine ve onun bize öğrettiği Kur’an-ı Kerim’e uygun olmalı”
Acaba hukukunu savunmak için sokağa çıktığımız peygamber, bizim eylemlerimizin,
hareketlerimizin, tavırlarımızın hangilerini beğenir? Hiçbir Müslüman bunun
izahını yapabilir mi? Resul-i Ekrem’e hayatı boyunca defalarca saldırılar
yapılmıştır ve onun bütün saldırılara verdiği karşılıklar bellidir. Bütün bu
provokasyonları boşa çıkarmanın yolu, hikmetten ve adaletten, ahlaktan ve
hukuktan ayrılmadan tepkilerimizi dile getirmekten geçer. Peygamberimizin
hukukunu korumak her Müslümanın görevidir. Ama O’nun hukukunu korumak,
Peygamber ahlakına ters bir şekilde sokağa çıkıp gördüğümüz bütün dükkanları,
Batılı ifadelerin bulunduğu bütün iş yerlerini yağmalamak, saldırmak şeklinde olmamalı. Zaten provokasyonun amacı da bu olsa gerektir. Müslümanların göstereceği tepki mutlaka Peygamberin hikmetine ve onun bize öğrettiği Kur’an-ı Kerim’e uygun
olmalı.
gelişme. Bu büyük gelişme karşısında insanlık bu duruma uygun bir dil
geliştiremedi. Bu duruma uygun bir ortak yaşama kültüründen aciz kaldı. Bu
duruma uygun bir düşünce gelişmedi. Böyle olduğu için de ciddi sorunlar çıkmaya
başladı. Buna paralel olarak insanlar kimliklerini korumak için dinlerine
sarıldılar. Başta İslâm olmak üzere bütün ilahi dinler, evrenseldir. Yani tam
da bu durumu dikkate alarak, bütün insanlığa, kâinata, varlığa karşı bize sorumluluk
yükleyen inançlarımız var. İslâm’ın Rabbi, bütün âlemlerin Rabbidir, İslâm’ın
peygamberi bütün âlemlere rahmettir. Biz Müslümanların İslâm anlayışı, İslâm
algısı, İslâm tatbikatı, İslâm’ın evrenselliğine yakışıyor mu? Yakışmıyor.
Bizim İslâm algımız ve anlayışımız, İslâm’ı yerelleştiriyor,
bölgeselleştiriyor, mevzileştiriyor. Böyle olduğu için, bütün bunların
üstesinden gelmekte sıkıntılar yaşıyoruz.
provokasyonlar, Müslüman toplumlar üzerinde soyut ve kültürel bir işkenceye
dönüşüyor…”
olarak bütün İslâmî kurumların ve Müslüman kanaat önderlerinin, Müslüman bilim
adamı, fikir ve düşünce insanlarının bu türden provokasyonların devamının
geleceğini de dikkate alarak bir araya gelmek suretiyle Müslüman toplumlarda bu
tür küresel provokasyonlara karşılık vermenin ortak bilincini, ortak kültürünü
oluşturmanın yollarını aramalıdır. Örneğin bunların İslâm dünyasındaki tüm
camilerde vaaz konuları içerisinde yer almasını sağlayabilmeliyiz. Uluslararası
toplantılar düzenlenerek bir daha böyle bir küresel provokasyon olduğunda
Müslümanların tepkilerini nasıl ifade etmeleri gerektiği ile ilgili çok ciddi
çalışmalar yapılmalıdır. Bu küresel provokasyonlar, Müslüman toplumlar üzerinde
soyut ve kültürel bir işkenceye dönüşüyor. Çok farklı bir algı ile bilinçsiz
kitleler öfkelerine hâkim olamıyorlar. Elbette kitleler kendi tepkilerini
muhakkak vereceklerdir. Ama bu tepkiler nasıl olmalı, her şeyden önce bilinçli
olarak bunun çalışmalarını yapmak zorundayız.
hakaret tüm dünyada suç olarak kabul edilmelidir…”
camianın da atması gereken adımlar var. Aslında karikatür krizinden itibaren
İslam İşbirliği Teşkilatının da bu konuda yoğun bir çabası oldu. Öncelikle bu
tür provokasyonların tüm hukuk sistemleri tarafından suç olarak tanımlanması
gerekiyor. Bugün dünya üzerinde ırkçılık ve ayrımcılık nasıl suç sayılıyorsa,
nasıl nefret suçları diye bir suç çeşidi varsa, bu şekilde kültürlerin ve
milletlerin kutsal değerlerini aşağılamak, tahkir etmek, bilimsel, sanatsal,
kültürel hiçbir değeri olmayan, sadece provokasyon olan bu tür operasyonlar da
aynı şekilde bütün hukuk sistemleri tarafından nefret suçları kapsamına
alınmalıdır. Çünkü bu tür küresel provokasyonlar sadece Müslüman kitlelerin
sabrını, sadece Müslümanların masumiyetini test etmeye yönelik değil, aynı
zamanda batı dünyasında yüreklere yerleştirilen İslamofobiayı da tahriktir.
Nitekim bunu Norveç’te gördük yakın zamanda. Breivik diye birisi ortaya çıkıp
kendisini Hıristiyanlığın kurtarıcısı olarak lanse ediyor ve 77 masum insanı
katledebiliyor. Dolayısıyla bu tür provokasyonlar, sadece Müslümanlara ve İslâm
dünyasına zarar vermeyecek aynı zamanda batı dünyasında da ayrımcılığı,
İslamofobiayı, ırkçılığı, körükleyecek ve küresel ölçekte bir şiddeti, terörü
besleyecektir.
provokasyonları ifade özgürlüğü olarak değil, ırkçılık gibi nefret suçu
saymalı…“
insan ölmüş Irak’ta. Yanı başımızdaki Suriye’de 30-40 bin insan öldü.
Afganistan’da, Filistin’de, Arakan’da ve dünyanın muhtelif yerlerinde zaten
açılmış birçok yara var. Bütün bu yaraların her Müslüman bilinçte meydana
getirdiği bir zedelenme var. Bunun üzerine bir de tahkir, kutsal değerlere, toplumun
canından aziz bildiği peygamberine böyle bir saldırı olduğunda, işte böylesine
hiç tasvip edilmeyen, İslâm’a da uygun düşmeyen tepkisel davranışlar ortaya çıkabiliyor.
Ancak tekrar ifade ediyorum, bütün bunlar karşı şiddeti, saldırıyı, öfkeye
hâkim olmadan yanlış işler yapmayı meşru kılmıyor. İkisini birbirinden ayrı
ayrı ve çok iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Hem o küresel provokasyonu ve artık
bunun kültürel bir işkenceye dönüştüğünü, hem de bunun doğu-batı çatışmasını,
medeniyetler çatışmasını nasıl körüklediğini; bunun, ifade ve inanç özgürlüğü
ile ilgisinin olmadığını çok güzel değerlendirmek lazım. Bir daha bu tür
provokasyonlara gelinmemesi için kendi aramızda nasıl ortak bir bilinç
geliştirebiliriz, peygamberî ve hikmetli bir tavır nasıl geliştirebiliriz,
bunun üzerinde çalışmamız lazım. Aynı zamanda uluslararası camianın da bu tür
provokasyonları suç sayacak ve bunun ifade özgürlüğü ile hiç alakası olmadığını
ortaya koyacak, bunun bir ırkçılık ve ayrımcılık gibi bir nefret suçu olduğunu
ortaya koyacak bir takım kararlar alması gerekiyor.
batılı ülkeler tarafından ciddiye alınmalı…”
ciddiye alınmıyor. Ben bütün batılı ülkelerin İslamofobiayı çok çok ciddiye
almaları gerektiğini düşünüyorum. Yurtdışındaki müşavirliklerimiz aracılığıyla
günlük olarak Avrupa’da yaşanan İslamofobik hadiselerin bilgileri bize geliyor.
Son aylarda bu sayı öylesine hızlı bir şekilde kabarıyor ki. Mesela Avrupa
ülkelerinde son yıllarda çok bayağı bir davranış ve öfkeyi ifade ediş biçimi
var. Bir gece biri bir domuz kesiyor ve domuzun kafasını caminin kapısına
bırakıyor. Bu, o kadar çok yaygınlaştı ki! Peki bunu neden yapıyor? Çünkü, bunun
karşı taraftan nasıl bir soyut işkence olarak algılanacağını biliyor.Tüm bunları sadece dinlerden
kaynaklanan bir çatışma olarak yorumlarsak eksik değerlendirmiş oluruz. Bunun
siyasi sebepleri var, sosyal, kültürel ve ekonomik sebepleri var. Son aylarda
Almanya’nın sünnet yasağını telaffuz etmeye başlaması; “Aranıyor!” başlığı altında Müslüman
insanların fotoğraflarını da koyarak afişler hazırlamaya kalkışması, Avrupa’da
her ülkede ırkçı bir partinin ortaya çıkması, Avrupalı yetkililerin İslamofobik
hareket, davranış ve düşünceleri hala hafife almakta olduğunu gösteriyor. Bu
çok tehlikeli bir süreçtir. Herkesin bu konu üzerinde ısrarla durması
gerekiyor.
provokatörlerle kavga ederek ortadan kalkmaz…”
İslamofobiayı önlemenin yolu, bunu üreten provokatörle kavga etmekten geçmiyor.
Çünkü o kavga, hakikaten kirli bir kavga. Bizim Müslüman olarak o kavgayı
yapanların seviyesine inmemiz mümkün değil. Çünkü o dil farklı bir dil, bizim
bilmediğimiz bir dil, bizim anlamadığımız bir kültür. Hz. Peygamberin Hira’dan
inerek Hz. Hatice’ye gelişini bu pespaye filmde ortaya koyan sahneyi gördüğüm
zaman gerçekten bunlarla konuşmanın mümkün olmadığını gördüm. Ama biz
Müslümanlar olarak iki şey yapabiliriz. Topyekûn Müslümanlar olarak yüreklere
yerleştirilmek istenen İslâm korkusunu nasıl izale edebiliriz, bunu
düşünmeliyiz. Elbette işin bilgi boyutu da önemli ancak bu hedefi sadece
kitaplarla, filmlerle gerçekleştirmek mümkün değildir. Bunun en güzel yolu,
bizatihi yaşayarak göstermek. Bu, özellikle gayrimüslimlerle iç içe yaşayan
toplumlar için yani batıda yaşayan Müslüman topluluklar için çok daha önemli. O
kardeşlerimiz, gayrimüslim komşularıyla daha yakın ilişki içinde olmalı. Biz de
onların kendilerini çok daha yüksek bir özgüvenle ifade etmelerine yardımcı
olmalıyız.
içerisinde çatışma çıkarmak isteyenlere karşı dikkatli olmalıyız”
medeniyetler arası çatışma değil, bir taraftan da medeniyet içi çatışma
körükleniyor. Bir Şii-Sünni çatışması ve dinî azınlıklar meselesi çıkarılmak
isteniyor. Bizim medeniyet havzamızdaki dinî azınlıklar tarih boyunca İslâm’ın
verdiği o ahlak ve hukuk çerçevesinde varlıklarını gayet rahat bir şekilde
idame ettirebilmişlerdir. Ama şimdi o emanete de dokunmak için bir takım şeyler
yapılıyor. Bu, biraz daha yüksek bir özen ve dikkat gerektiriyor. Bu, artık
küresel ideolojinin bir klasiği haline geldi. Bu klasik oyuna artık gelmemek
gerekiyor. Biz Müslümanlar bir taraftan kendi kutsal değerlerimize hakaret
edilmemesi için her türlü yola başvurmalı bir taraftan da bu tür
provokatörlerin provokasyonlarına gelmemek için kendi öfkelerimize ve kitlesel
öfkelerimize de hâkim olarak bu kültürel işkenceyi toplumlarımızın üzerinden
nasıl hikmetle atmamız ve peygamberî bir tavırla nasıl karşılık vermemiz
gerektiği üzerinde çalışmamız lazım.