'Usta'nın Hikayesi' Sosyal Medyayı Yıkıp Geçti

4 Eylül 2013 Çarşamba  09:59

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gençlik yıllarından başbakanlığa giden yolda yaşadıklarının anlatıldığı "Usta'nın Hikayesi" belgeseli, Beyaz TV'de yayınlandı.
 
Sunuculuğunu Ferda Yıldırım ve Ertem Şener'in yaptığı belgesel Erdoğan'ın dünden bugüne fotoğraflarının gösterimi ve "73 milyon vatandaşımıza efendi olmaya değil, hizmetkar olmaya geldik" sözleri ile başladı. Erdoğan, belgeselde emeği geçenleri kutladı.
 
Başbakan Erdoğan, soru üzerine ismini babası Ahmet Erdoğan'ın verdiğini söyledi. Recep ayında doğduğunu ifade eden Erdoğan, dedesi Tayyip'in de ismini aldığını kaydetti. "Ceddiniz unutmadığınız sürece geleceğinizde de siz hatırlanırsınız" diyen Erdoğan ilkokul ve imam hatipte Tayyip ismiyle çağrıldığını ancak ilkokuldaki din dersinde öğretmenin, "kim namaz kılabilir sorusu" üzerine namaz kendisinin parmak kaldırdığını ve namazı kıldığını bu sebeple zaman zaman kendisine "hoca" diye hitap edildiğini söyledi. Erdoğan, "Ahmet ve Tenzile Erdoğan'ın size özel bir hitabı var mıydı" sorusunu yanıtlarken "Teyyüp" hitap ettiklerini belirtti.
 
Erdoğan, bir soru üzerine, çocukluğunda sakin değil haraketli olduğunu, mahalle komşuluğu yaşadığını, annesi ve babasının nahiyesindeki her insanı tanıdığını, Kasımpaşa'da sokaklardaki herkesi tanıdıklarını dolayısıyla komşuluk ilişkilerinin çok iyi olduğunu ifade etti.
 
"Bisiklet alacak durumda değildik"
 
Erdoğan, sokaklarda çelik çomak, uzun eşek ve yakartop, evde ise dama, dokuz taş gibi oyunlar oynadıklarını, kandillerde ise kule oluşturup ateş yaktıklarını anlattı. Erdoğan, bisikleti olup olmadığına ilişkin bir soruyu ise "Maalesef bisiklet alacak durumda değildik" diye yanıtladı.
 
Çocukluğunda Rize'de çay ve fındık topladığını aktaran Erdoğan, "Gittiğimizde babam beni yalnız bırakmazdı, okulum sebebiyle. Yine orada bir hocaefendiye teslim eder, imam hatip yıllarında Kuran-ı Kerim, Arapça derslerine orada ayrıca gitmişimdir ve oradan aldığım derslerin de benim hakikaten gelişmemde çok büyük faydası oldu" dedi. Rize'ye gittiklerinde yakın akraba ve arkadaşlarını ziyaret ettiklerini ifade eden Erdoğan, babasının vasiyeti üzerine hala bu ziyaretleri gerçekleştirdiğini kaydetti.
 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir diğer soru üzerine Karadeniz mutfağının zengin olduğunu ve annesinin çok maharetli olduğunu anlattı. Evlerinin misafirsiz kalmadığını, babası Ahmet Erdoğan'ın haber vermeden misafirler getirdiğini, sofranın hızla hazırlandığını ve yerde, sinide yenildiğini belirtti.
 
"Babam otoriterdi"
 
Erdoğan, "Babama 'Kaptan Amca' diye hitap ederlerdi, lakabı buydu. Babam aynı zamanda da bizim hemşerilerin kasasıydı. Yurt dışında gemilerde çalışan bizim hemşehriler, bunların illa akraba olması da şart değil. Köylüler, komşu köylerden olanlar, onu bir yediemin olarak görürlerdi. Paralarını babama bırakırlardı, giderlerdi. Babam oradan hepsinin birer zarfı vardı, hesapları ben tutardım. Köyde eşine onlara parayı oradan, onlar ne kadar isterse sağlam güvenilir insanlarla otobüslerle gönderirdi. Bundan dolayı da çok güvenilen bir insandı" diye konuştu.
 
Babasının çok otoriter olduğunu, yetişmelerinde, karakter yapılarının oluşmasında Ahmet Erdoğan'ın ciddiyetinin çok ciddi katkısı olduğunu ifade eden Erdoğan, ağızlardan kötü söz çıktığında cezasının çok ağır olduğunu anlattı. "Küfür ettiğiniz anda faturasını çok ağır ödersiniz onun içinde zaman zaman babam bizimle hesaplaşmıştır" dedi.
 
Yatılı okuduğu zaman babasının kendisine haftada 2,5 lira verdiğini onunla kartpostal alarak sattığını, bunun yanında simit ve su satarak para kazandığını ve bu paralarla kitap almaya başladığını belirtti. Erdoğan, kitaplara olan ilgisini fark eden babasının kendisine ihtiyaçlarına uygun bir kütüphane yaptırdığını söyledi.
 
"Şiir yarışmasında birinci oldum"
 
Erdoğan, şöyle devam etti:
 
"O aralarda, şu anda mevcut gazetelerden bir tanesinin düzenlemiş olduğu bir şiir yarışması vardı. Türkiye Teknik Ressamlar Cemiyeti aslında düzenleyen. Fakat o dediğim grup da bir ödül koymuştu. Teknik Ressamlar Cemiyeti duvara monte bir kütüphane, yayın grubu da bir kitap serisi ödül olarak koymuştu. Mithatpaşa Kız Sanat Enstitüsü, Kız Meslek Lisesindeydi yarışma. O yarışmaya katılmıştık ve o yarışmada ben birinci olmuştum. Aklımda kaldığı kadarıyla 500 lira gibi bir para ödülü almıştık. O zaman o benim için çok büyük bir ödüldü. Bir taraftan duvara monte kütühane, kitaplar falan, ilk aldığım ödül de buydu.
 
Aklımda kaldığı kadarıyla iki tane şiir yarışma vardı biri buydu diğeri daha sonra olmuştu. O zamanlar çocuk rollerindeki artistlerden Parla Şenol vardı, onun da katıldığı bir yarışmaydı. Biz derece yaparak ben birinci oldum. O yarışmayı kazandık, kütüphanedeki ilk adımı atış, kendi kitaplarıma sahip oluş orada başladı.
 
Liseler arası münazaralara okulumuz adına katılmam hasebiyle o zaten sizi iki şeye sevk ediyordu: Bir araştırmaya, iki okumaya. Araştırma yapacaksın, okuyacaksın ki o tezi en iyi şekilde hazırlayabilesin. Bunlar bize ciddi zenginlik kazandırdığı gibi bir de tabii kitleler karşısındaki konuşma cesaretimizi artırdı."
 
"Çocuk sevmek geleceği sevmek"
 
Gittiği yerlerde çocuklara oyuncak hediye ettiği hatırlatılarak, bu hassasiyetinin nereden geldiği sorulan Başbakan Erdoğan, çocuk sevgisinin Hazreti Muhammed'in en önemli sünnetlerinden olduğunu vurguladı. Hazreti Muhammed'in çocuklara yönelik davranışlarından örnekler veren Erdoğan, "Ben de hakikaten çocuklara karşı emsalsiz bir sevgi var, çok seviyorum. Aynı şeyi şu anda torunlarım için de o sevgi söz konusu" diye konuştu.
 
Çocuğu sevmenin geleceği sevmek anlamına geldiğine dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam ettii:
 
"Onlara verdiğiniz o sevgi onların kendi dünyasında farklı bir zenginliğin temellerini oluşturuyor aslında. Sizden sevgiyi görürse o da sevgiyi yarın başkalarına aktaracaktır. Ama azarlamayla büyürse ondan kalkıp şefkat bekleyemezsiniz. Onun için yarının şefkat edecek nesillerini yetiştirmek için onları bu şekilde yetiştirmemiz, büyütmemiz gerekir diye düşünüyorum. Çünkü onlar sevgiye muhtaç kalmasınlar. Onlara bu sevgiyi her yerde verelim. Annesi olsa da verelim olmasa da verelim."
 
Erdoğan, çocukların "Recep Tayyip Erdoğan denildiğinde aklınıza ne geliyor" ve "O nasıl biri" sorularına verdikleri cevapları da izledi. Çocukların yanıtlarını tebessümle seyreden Erdoğan, düşüncesinin sorulması üzerine, "Hepsi ayrı bir tespit yapmış, bu iletişim çok anlamlı. 3 çocuk, 5 çocuk onu bile yakalamışlar. Onlar bile mutlular, demek ki ihtiyacımız var" dedi. Erdoğan'ın sözleri salondakileri güldürdü.
 
Kasımpaşalı olmanın anlamı sorulan Başbakan Erdoğan, "Bu, aslında bugünün bir jargonu değil, mazisi çok eski" karşılığını verdi.
 
Kasımpaşa'nın, Osmanlı'da denizcilikte müstesna kesimin yerleşik olduğu bir yer olduğunu belirten Erdoğan, Kuzey Deniz Saha Komutanlığının da hala orada olduğunu hatırlattı. "Şu andaki hal, Kasımpaşa değildir" diyen Erdoğan, kendilerinin ahşap bir binada oturduklarını söyledi.
 
Yaşadıkları dönemin Kasımpaşa'sı hakkında bilgi veren Erdoğan, "Daha sonra Kasımpaşa'da tabii ki doğru bulmadığımız, zaman zaman mafyanın içine karışmış tipler de buralardan çıkmaya başladı. Yani yoğunlukla efendilerin oturduğu, yerleşik olduğu Kasımpaşa bu hale geldi. Daha sonra onlar da yine bir değişime uğradı ve Kasımpaşa adeta şu anda Türkiye'nin bir özeti durumuna geldi" ifadesini kullandı.
 
Yaşadığı yıllarda ağırlıklı Karadenizlilerin Kasımpaşa'da olduğunu, daha sonra Romanların geldiğini dile getiren Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
 
"Şimdi oradan kalan, mafyamsı o yapıdan kalan o kabadayılık. Kasımpaşalı deyince, 'bunlar kabadayıdır ama bunun yanında tabii bir de sözünün eridir.' Bir şeye söz verildiyse o sözü yerine getirir, karşı taraftan da sözünü yerine getirmesini bekler. Getirmediği takdirde de bedeli ağır olur. Böyle bir anlayış var. Doğrusu biz o anları, günleri yaşadık, gördük, bildik. Böyle bir şeyin içerisinde yetiştik. Bir de o dönemdeki aile yapısı içinde de bir karakter oluştu üstte. O oluşan karakter de size bazı şeyler veriyor. Neyi veriyor? Sözüyle özünün bir olmasını veriyor. Örneğin bize onu verdi. Bu, okulumuzda da bize bütünleşmeyi sağladı, getirdi. Ben Kasımpaşa'yı doğrusu böyle anladım, böyle tanıdım."
 
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın da aslında "Kasımpaşalı sayılacağını" ifade eden Erdoğan, semtte hala dostları, arkadaşları olduğunu ve onlarla görüştüğünü söyledi.
 
İmam hatipli olduğu hatırlatılarak, "Siz okurken ötekileştirmeye dair hangi sıkıntıları yaşadınız?" sorusu üzerine Erdoğan, kendisinin imam hatibe gitmesinde ilkokuldaki müdürünün vesile olduğunu belirtti.
 
Müdürün tavsiyesi üzerine babasının imam hatibe götürdüğünü, sınavı kazanarak okula gitmeye hak kazandığını aktaran Erdoğan, şöyle konuştu:
 
"O zamanki ötekileştirme şuydu, öğretmenlerimiz bize şunu söylerdi: 'Niye siz buraya geldiniz? Ölü mü yıkayacaksınız? Bütün bu diğer liseler varken ne işiniz var burada?' O zaman bu, ötekileştirmenin kullandığı jargon buydu. Buradan siz rahat rahat her üniversiteye gidemezsiniz. Gideceğiniz yer o zaman sadece yüksek İslam enstitüsü vardı veyahut fark dersleri vereceksiniz. Fark derslerini verdikten sonra normal üniversiteye gideceksiniz. Mesela ben okuduğum dersi fark ders olarak gittim Eyüp Lisesinde verdim. 6 dersten gittim Eyüp Lisesini bitirdim. 6 dersten imtihana girdim Eyüp Lisesinden diploma aldım. Eyüp Lisesinden aldığım diplomayla ben Marmara Üniversitesine girdim. O zaman Aksaray İktisat ve Ticaret Fakültesiydi. Oraya öyle girdim. İmam hatibe ötekileştirme ta orada başlamıştı."
 
"Dört çocuğumun dördü de imam hatip mezunu oldu"
 
Kendinden sonraki kuşakların önünün açıldığını ancak 28 Şubat'la yeniden imam hatiplilerin önünün kapandığını dile getiren Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
 
"O dönemin birçok yöneticileri inanın imam hatiplerde hangi dersin okutulduğunu bilmiyor. İmam hatip denilince zannediyor ki sadece Kur'an, Arapça, tefsir, fıkıh, hadis bunlar okunuyor. Halbuki hiç alakası yok. Bunlar da okunuyor ama bunun yanında edebiyat, Türkçe, fizik, kimya, felsefe, sosyoloji, tarih bunların hepsini okuduk. Onun için de bizim dönemlerde diğer liseler 6 seneyken, orta lise, biz yedi sene okuyorduk, bir sene fazla okuyorduk. Böyle bir durumu vardı. Böyle haksızlıklar karşısında, buralar aşıla aşıla gelindi. Yapılan neydi? Dedik ki 'Sabır. Çalışacağız. Çünkü buradan almamız gereken bazı dersler var.' Benim dört çocuğumun dördünün de gerek eşim, birlikte kararımızı verdik ama çocuklarımda da babalarından aldıkları herhalde o heyecan, coşku, dördünü de imam hatibe gönderdik, dördü de imam hatip mezunu oldu. İmam hatipten çıktılar. "
 
"Bu, adalet mi?"
 
İmam hatip mezunlarına üniversiteye gitmeleri konusunda erkeklere katsayı, kızlara ise hem katsayı hem başörtüsü engeli olduğunu, bu dönemlerin yaşandığını anlatan Erdoğan, şöyle dedi:
 
"Bu, adalet mi? Bir taraftan kalkacaksın, diyeceksin 'Ötekileştirme yok, biz böyle bir şey yapmıyoruz.' Türkiye'de şu anda hala bu zihniyet var. Adli yılın açılışında da buna şahit olduk. Bir taraftan bunu söyleyeceksiniz, 'İnanç ayrımı yapmıyoruz' diyeceksiniz, bir taraftan bunu söylerken öbür taraftan 'Başörtüsünü inancım sebebiyle kullanıyorum' diyen çocuğa eğitim hakkı vermeyeceksin. Ona sosyal hayatta iş imkanı vermeyeceksin, kamuda iş imkanı vermeyeceksin, bu adalet mi? Hani ayrım yoktu? ABD'de okuyabiliyor, batıda okuyabiliyor orada tüm bu imkanlar var ve çalışabiliyor. Bu imkanlar da var. Peki Türkiye, halkının yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede, niye okuyamıyor. Türkiye laik. Eyvallah. Laiklik ne demek? Bu noktada da 1982 Anayasasının gerekçesinde çok açık, net var. Nedir? Bütün inanç gruplarına eşit mesafede olmak o yönetimin laikliğin de gereği olarak görevi. Eşit mesafede olacaksın. Dolayısıyla burada bir ayrıma gidemezsin. Ama maalesef bu ayrımı da yaptılar. Şimdi bunlar aşılıyor. Rahatsızlığın altında yatan bu zaten. Biz de ne diyoruz? Bu ülkede başı açık olan da başı örtülü olan da bütün imkanlardan istifade etmeli. Yani biri bir fazla, öbürü bir geri olmasın. Hepsi aynı haklara sahip olsun, rekabet içerisinde olsun ve bu rekabet içerisinde de bu toplum birbirini kucaklasın, birbirini sevsin. Anlayış bu."
 
"Ailede hanım hariç herkes Fenerbahçelidir"
 
Futbola ilgisinin bilindiği belirtilerek, "Fenerbahçe sevginizin temelinde ne yatıyor?" denilmesi üzerine Erdoğan, "Başbakan olarak bunu cevaplamak çok zor" sözleri izleyenleri güldürdü.
 
Fenerbahçe'yi tutmasının bireysel tercih mi, yoksa bir yakının yönlendirmesiyle mi olduğu sorusuna Erdoğan, "Aslında bizim ailede futbolla ilgili ne babamda ne yakınlarımda böyle bir hastalık yoktu, tam aksine, tersi vardı" karşılığını verdi.
 
İmam hatibe başladığı dönemde futbol tutkusunun başladığını anlatan Erdoğan, okul bahçesinde futbol oynadıklarını belirtti.
 
Mahallelerde de takımların olduğunu aktaran Erdoğan, kendi mahallesinin kulübünde futbola başladığını söyledi. Fenerbahçeli olan mahalle kulübü başkanının Lefter'in de "hastası" olduğunu belirten Başbakan Erdoğan, "Bizi de alır götürürdü maça. Biz de Lefter'in o zaman ki sergilediği oyunları görerek, ondan herhalde etkilenmiş, büyülenmiş olacağız ki böylece bir Fenerbahçelilik bizde başladı" diye konuştu.
 
Başbakan Erdoğan, 16 yaşında amatör ligde İstanbul genç karmaya seçildiğine, bu süreçte statlara serbest giriş kartı aldığına değinerek, şunları kaydetti:
 
"Serbest giriş kartıyla o zaman adı Mithatpaşa Stadı idi şu andaki yıkılmış olan İnönü Stadyumu'na bedava girebiliyorduk o kartımızla. Benim ilk transferim de Camialtı'na olmuştu. 17,18 yaşlarındaydım. Aynı zamanda imam hatipte okuyorum. Ama babamın haberi yok. Babam sonra öğrendi. Önce biraz kızdı ama sonra babamı da alıştırdık. Fenerbahçeliliğimiz bu şekilde gelişti. Şu anda da ailede hanım hariç herkes Fenerbahçelidir. Ama bu son olaylardan sonra bütün aile nedense soğudu bu işten. Yaşanan olaylar filan aileyi epeyce soğuttu."
 
Erdoğan, eşinin hangi takımı tutuğu sorusuna ise "Beşiktaş" yanıtını verdi.
 
"Bir aşık olduk, pir aşık olduk"
 
Erdoğan, eşi Emine Erdoğan'la ilk karşılaşmalarını anlatmasının istenmesi üzerine, partinin bir toplantısında eşinin ön sıralarda oturduğunu ve kendisinin dikkatini çektiğini söyledi. Erdoğan, "Ben de doğrusu o anda yeni şeyle 'elektriklenme' diye ifade edilen ama işin edebi noktasına baktığınız zaman 'aşık olmak' deniliyor ya böyle bir durum orada meydana geldi" diye anlattı.
 
Kendisinin aşkı tanımlamasının biraz farklı olduğunu belirten Erdoğan, "Aşk kişinin sevdiğinde yok olmasıdır. Böyle tanımlarım. Ama şimdi tabii bazıları hep 'aşık oldum' diyorlar ama aşık olduktan sonra bakıyorsun birçok kişiye de aşık oluyor. Aşık olduklarının sayısı çok artıyor. Ama bizimki öyle değil. Biz bir aşık olduk, pir aşık olduk ve öyle devam ediyoruz" diye konuştu.
 
Erdoğan, Emine Erdoğan'ı istemeye gittiklerinde kahvesine tuz atılıp atılmadığının sorulması üzerine, "Sağolsun o bana öyle bir şey yapmadı" karşılığını verdi. Eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in oğluna kız istemeye gittiklerini anlatan Erdoğan, "O gün orada meğerse öyle bir sürpriz yaptılar. Kızımız, oğlumuzun kahvesine tuzu herhalde fazla kaçırmış olacak ki baktım ki oğlumuz kıvranıyor" dedi.
 
Annesi, babası ve yengesiyle Emine Erdoğan'ı istemeye gittiklerini anlatan Erdoğan, "Giderken de kakaolu veya çikolatalı bir baklava yaptırmıştım. Onu oraya getirdik. O gün tabii isteme işlemini yaptığımızda sonradan öğrendim ki ben bayağı kızarmışım, çok deneyimli tecrübeli filan da değilim. Babam, annem filan, kayınpederim, kayınvalidem en ufak bir zorlama filan çıkarmadan bize olumlu cevabı verdiler. Çok da uzatmadık zaten. Biz hemen hemen bir sene içinde nişanımızı ve nikahımızı kıyıverdik" diye konuştu.
 
"Orhan baba' boşuna demiyorlar"
 
Sanatçı Orhan Gencebay ise Erdoğan'la kız istemeye gittiklerine ilişkin anısını aktarırken, Erdoğan'ın kendisine "Sen benim büyüğümsün, sen benim ağabeyimsin" diyerek kız isteme görevini verdiğini söylemesi üzerine Erdoğan, "Orhan Beye de yakışır yani. Hakikaten abilik de yakışıyor, babalık da yakışıyor. 'Orhan Baba' boşuna demiyorlar. Orhan Baba'lığının gereğini yapması gerekir" ifadesini kullandı.
 
Babacığım bir geceni de bize ayır"
 
Emine Erdoğan'ın tüm toplantılarda etkinliklerde yanında olduğu hatırlatılarak, eşini hangi kelimelerle tarif edeceğinin sorulması üzerine Erdoğan, evlendikleri andan itibaren eşinin de sosyal hayatın içinde bir dernekte faaliyetlerini yürüttüklerini belirtti. Kendisinin de o dönemde gençlik kollarında çalıştığını dile getiren Erdoğan, şunları söyledi:
 
"Gerçekten evlendiğimiz andan, o günden bugüne siyasi mücadelem içerisinde tabii bir gün olsun 'niye geç geldin' sorusuyla karşı karşıya kalmadım. Bana bir kez büyük kızım öyle bir serzenişte bulundu. Ama o serzeniş 'niye geç geldin' anlamında değildi aslında. O sadece tabii bize hasret, ben de onlara hasretim. Ama verdiğimiz mücadele böyle bir zamanı ayırmaya fırsat vermiyor. Geceleri bir iki böyle geliyoruz eve. O zamanda mücadele şu andaki kadar rahat değil. Daha zor sıkıntılı dönemler. 80 öncesi dönemleri bahsediyorum.
 
Bir gece yatak odamızın kapısına ufak bir pusula, büyük kızım Esra asmış, 'Babacığım bir geceni de bize ayır'. Duygulandım. Onların da hakkı vardı tabii. Çünkü ben gidiyorum onlar yatıyor, ben kalktığımda onlar okula gitmiş oluyorlar. Böyle bir durum. Fakat bütün yavrularımla beraber aynı istikamete bakış, aynı yolda yürüyüş, eşimin gerçekten çok ciddi bir yükü bu noktada almış olması, onun arkamda tabii bu noktada dik duruşu işimizi kolaylaştırdı ve biz de rahat rahat diyebilirim ki 40 yıla yaklaşan siyasi mücadelemizde bizi rahat kıldı. Bu heyecanımızın devamını güçlü kıldı."
 
Erdoğan, kıyafetlerini seçerken eşinin ya da kızlarından destek alıp almadığı yönündeki soruya da "Ben bu konuda eşime ve çocuklara yük olmam. Hepsini kendim hallederim" karşılığını verdi.
 
El becerileri ve evdeki küçük tamiratlarla ilgili bir soru üzerine, belediye başkanı olduktan sonraki süreçte bu tür işlerin üzerinden gittiğini söyleyen Erdoğan, "Ama Kasımpaşa'da oturduğumuz dönemlerde buna benzer işler, badana, boya bu tür işler yani şartları eğer bana kalıyorsa yaptıramadığım zaman yapma gayreti içerisinde oldum ve yaptım" cevabını verdi.
 
Yemek yapma konusunda bir becerisinin olup olmadığının sorulması üzerine Erdoğan, öğrencilik yıllarında menemeni, sucuklu ve pastırmalı yumurtayı iyi yaptığını ancak evlilik sonrasında ise mutfağın kendilerine kalmadığını ifade etti.
 
Emine Erdoğan'ın yemek konusunda tavsiyelerinin olup olmadığı yönündeki soruya ise Erdoğan, eşinin bu konularda hassas olduğunu ve alternatif tıbbı yakından takip ettiğini belirtti. Erdoğan, "Ben de mümkün olduğunca tabii onlara uymaya çalışıyorum ama zaman zaman bozduğum da oluyor" dedi.
 
Oyuncu Şahan Gökbakar'ın, Erdoğan'ın, sanatçılarla Dolmabahçe'de yaptığı kahvaltıda tokalaşma sırasında kendisine, "Tombişim nasılsın. Hala erimedin mi?" dediğini ve bundan dolayı fazla bir şey yiyemediğini belirtti. Erdoğan ise Gökbakar'ın bu sözlerine karşı, "Sağlığı için gerçekten daha dikkatli olmasında fayda var. Hamur işlerini azaltmasında çok çok fayda var. Mesela ben şimdi iyice azaltmaya başlıyorum. İki gündür başladım. Zannediyorum bunlar faydalı olacak. Can boğazdan çıkarmış" diye konuştu.
 
"Torunlar evlatları bize aratmadı"
 
"Sizin için evlatlarınız mı, yoksa torunlarınız mı" şeklindeki soruya karşılık Erdoğan, "Bu konuda çok değişik şeyler söylenir. Ancak tabii ki evlat sevgisi bambaşka bir şey fakat torunlar evlatları bize aratmadı. O başka bir sevgi bize getirdi" karşılığını verdi.
 
"Allah onların muhabbetini bizden eksik etmesin" temennisinde bulunan Erdoğan, şu anda üç tane torunu olduğunu hatırlatarak, "Çocuklarıma da söylüyorum: 'Bak beni mahçup etmeyin. En az üç' diyorum. Onlardan da bunu bekliyoruz inşallah. Devamı gelir diye temenni ediyorum" dedi.
 
"Biz çekildikten sonra niye olmasın"
 
Erdoğan, "Torunlarınızın siyasete girmesini istermisiniz" şeklindeki soruya, "Biz, çekildikten sonra niye olmasın. Onlar bunu devam ettirsin, derim. Çünkü siyaset yaşamımızın bana göre olmazsa olmazıdır. Ve iyi yetişmiş, dürüst, doğru, gayretli. Çünkü siyasette de sonunda insanımıza hizmet vereceksin. Bunu birilerinin yürütmesi lazım. Eğer böyle bir kabiliyet varsa, hakikaten bu işte kendileri de bir heyecan duyuyorlarsa, bence olmalarını isterim" yanıtını verdi.
 
Torunlarıyla bir araya geldiğinde ne yaptığının, çizgi film izleyip izlemediğinin, parka götürüp götürmediğinin sorulması üzerine Erdoğan, şöyle konuştu:
 
"Çizgi film izlemede zaman zaman onlar beni zorladıkları için izliyorum. Çünkü çizgi film çok seviyorlar ama tabi anneleri de belli bir limit koyuyor. Diyelim ki 10 dakika 15 dakika. 'Daha fazla izleyemezsiniz'. Biz de tabi katlanmak durumundayız. Yani onlarla beraber, onu izliyoruz veya onlar bizim üzerimizden çizgi film izleme fırsatı buluyorlar. Bizi orada da istismar ediyorlar. Biz de 'peki' diyoruz. 'Annen ne kadar müsaade etti', '10 dakika 15 dakika', 'peki' 15 dakika beraber onlarla izliyoruz. Park derken zaten sağ olsun İstanbul'da hakikaten oturduğumuz yer adeta bir park gibidir. Onun için çocuklarımızla, torunlarımızla beraber orada böyle bir imkan, fırsat buluyoruz ve onlarla da orada... Ben mesela büyük torun bizim, topu çok sever. Çokta hırslı. İki numara o kadar değil. Onlarla bazen ben top oynarım... Ama en ufağı, Mahinur torunum var, kızımız. O bir başka sevgi odağı, yumağı. Ve size ayrı bir sinerji veriyor, bunlar ayrı bir güç veriyor."
 
"Kız torun olması hasebiyle mi acaba" diye sorulması üzerine Erdoğan, "Onun sinerjisi farklı, belki geometrik karşılıkları farklıdır, diyebilirim. Yani diğerlerininki daha farklı " dedi.
 
"İki müdürlüğü üstlendiğim dönem oldu"
 
Milli Türk Talebe Birliği ve İstanbul İl Başkanlığı arasındaki sürecin sorulması üzerine Erdoğan, şunları kaydetti:
 
"Milli Türk Talebe Birliği ile olan süreç, imam hatipte okuduğumuz yıllarda orta öğretim çalışmaları, faaliyetleriyle başladı. Üniversiteye geçtikten sonra Milli Türk Talebe Birliğinde, 2 müdürlüğü üstlendiğim dönem oldu. Bunlardan bir tanesi işte, Teşkilat ve Kültür Müdürlükleri, ayrı ayrı orada o görevleri üstlendim. Tabi o dönemlerde Milli Türk Talebe Birliği yükseköğrenim gençliği noktasında muhafazakar kesimi temsil eden en güçlü kuruluştu. Çok aktifti, çok faaldi. Sadece İstanbul değil Türkiye genelinde yaygın bir potansiyeli vardı. Ve bugün gerçekten, devletimizin bir çok kademelerinde emeği geçmiş, o çarktan yetişmiş gelmiş insanlar var. Parlemantoda geçmişten bugüne görev almış, üstlenmiş birçok isimler var. Özellikle de gerek kültür bakanlığı yapmış olan İsmail Kahraman bey, orada bir dönüşümün aslında ismidir adıdır. Onunla beraber Milli Türk Talebe Birliği çok farklı bir dönüşümü yaşamıştır. Ve o süreç o şekilde devam ederek gelmiş. Ve Milli Türk Talebe Birliğinde çalıştığım süreç içerisinde Beyoğlu...
 
O zamanki Milli Selamet Partisi’nden Beyoğlu ilçe gençlik kolu başkanlığı için bir teklif gelmişti. Bizde muhasebesini, müzakeresini yaptık. Peki dedik. Beyoğlu'nda ilçe gençlik başkanlığına seçildim. Kısa bir süre orada gençlik kolu başkanlığını yaptıktan sonra Partinin İstanbul İl Gençlik Kolları başkanlığı için teklif edildim. Çekişmeli bir kongreden sonra İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığına getirildim. Gençlik kolları başkanlığına geldiğim dönemler tabi 80 öncesi dönem. Gerçekten üniversitelerin sıkıntılı olduğu dönem. O zaman tabi terör yoktu ama anarşi vardı. Öğrenci olayları vardı, onların olduğu bir dönemdi. Bize düşen görevde tabi, sorumlusu olduğumuz teşkilatımızı mümkün olduğunca bu olayların içine sokmamaktı ve şiddet eylemlerinden hamdolsun teşkilatımızı hep uzak tuttuk ve bunu başardık. O süre içinde üniversiteye devam edemiyorduk ancak imtihanlara gidiyorduk. Böyle üniverisiteyi devam ettirdik."
 
"Kağıthane'nin üstü deyince kepi fırlattım"
 
Bu süreç içerisinde hem siyasetle uğraştığını hem top oynadığını hem de İETT'de çalıştığını anlatan Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:
 
"İETT'de çalışıyordum aynı zamanda futbol oynuyordum. Siyaset, okul o süreç içinde devam ediyordu ve 12 Eylül hadisesi bizim üniversiteyi bitirmemize katkısı oldu. Böylece gittik, Tuzla'da yedek subay eğitimi aldık. Ondan sonra, kuramızı çektik. Güzel bir kura, yeni evlenmiştim, artık çocuklar olmaya başlamıştı. Kura bilmediğim bir yere çıktı. Hasdal'a diye çıktı. Ben o zaman Hasdal'ın İstanbul'da neresi olduğunu bilmiyordum. Neşelenmedim. Albay 'Oğlum niye neşelenmiyorsun' dedi. 'Hasdal neresi Albayım' dedim. 'Kağıthane'nin üstü' dedi. Kagıthane'nin üstü deyince, o zaman kepi fırlattım.''
 
Hasdal'ın evlerine yarım saat mesafede olduğunu anlatan Erdoğan, akşam servis aracıyla evine geldiğini sabahta aynı şekilde tekrar oraya gittiğini söyledi.
 
Bölükte yedek subay olarak göreve başladığını dile getiren Erdoğan, kantin subaylığı yaptığını ve 77. Piyade Alayı'nda bu görevi sürdürdüğüne belirtti.
 
Neden siyaset?
 
''O dönemde memleket meselelerine kafa yormak mı istediniz, yoksa o dönemde her genç memleket meselesine kafa yoruyordu. Neden siyaset sorusunun bir cevabı olmalı sizde'' sözleri üzerine Erdoğan, şunları söyledi:
 
''Neden siyaset derseniz, insan için siyaset. İki ülke için siyaset. Bu soruyu kendinize sorduğunuz zaman orada kendinizi buluyorsunuz zaten. İnsan için siyaset yaptığınız zaman kendiniz için aynı zamanda bu siyaseti yapıyorsunuz. Aileniz için, millet için yapıyorsunuz ve ülke için siyaset dediğimiz zaman da içinde bulunduğunuz bu ülkeye farklı zenginlikler katıyorsunuz veya katacaksınız. Gerek üniversite öncesi gerek üniversite sonrası verilmiş olan bu mücadelede bizler, şimdikiler gibi gökten zembille in parlamentoya gir. Böyle gelmedik bu işe... Siyasi liderlerin şu anda hangisi böyle tabandan kazıya kazıya bir yerlere geliyor.''
 
Büyükşehir Belediye Başkanlığı
 
Programda daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı ve başkanlık dönemine ilişkin görüntüler izletildi.
 
''İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmaya nasıl karar verdiniz'' sorusu üzerine Erdoğan, ''Aslında bu dönüşüm 1994 değil, 1989.. 1989'da partinin il başkanıyım, aynı zamanda partinin Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesiyim. Beyoğlu Belediye Başkanlığı için Beyoğlu'na aday olmak istedim. Rahmetli Hocamıza 'Eğer müsade ederseniz Beyoğlu'ndan aday olmak istiyorum' dedim'' diye konuştu.
 
''O riskli kararı almak zor değil miydi?'' sorusu üzerine Erdoğan, şunları anlattı:
 
''Zor tabi. Mesele zoru başarmak değil mi? Her zaman bizim bir iddiamız var. Biz diyoruz ki ticaret risktir, siyaset risktir, yaşam risktir. Eğer siz bu riski göze alamazsanız başarıyı yakalayamazsınız. O zaman Hocama onu söyledim. Dedim ki 'Eğer müsaade ederseniz, Beyoğlu'ndan aday olmak istiyorum:' Biz de bir anlayış var, görev istenmez verilir. Fakat bu konuda bir şeyin ispat edilmesi gerekiyordu. Çünkü Refah Partisi o oranda kalacak parti değildi, daha yükseklere çıkması gerekiyordu. Olabilirdi, bunu başarabilirdi. Bazı tıkandığı noktalar vardı.''
 
Yaşam tarzına müdahale
 
"İstanbul'da seçildiğiniz zaman yaşam tarzına müdahale konuşuldu. Halen bu korkunun devam ettiği de düşünülüyor. Yaşam tarzımıza müdahale edilecek duygusu yoğundu. Buna dair neler anlatırsınız bize o dönemden" sorusu üzerine Erdoğan, geçmişte yazılı ve görsel medyada, günümüzde ise bunların yanı sıra sosyal medyada hala yaşam tarzına karışıldığı iddiasının yer aldığını belirtti.
 
Erdoğan, "Sormak lazım yani yaşam tarzınıza karışılıyor da ne yapılıyor? Yani giyimine, kuşamına, yemene, içmene neyine karışılıyor? Ben bunu soruyorum ama bu sorumun cevabını alamıyorum. Sadece bir başlık atmışlar. Yaşam tarzımıza karışılıyor. Ne yapılıyor? Kim, nerede, nasıl karıştı? Bunu bir görelim ya" diye konuştu.
 
Bunu anlamakta zorluk çektiğini belirten Erdoğan, "Anlatmakta da herhalde artık gücümüz yetmiyor. Çünkü ülkemde biz bunların hepsinin teminatı olduk bugüne kadar, güvencesi olduk. Herkes istediği yerde istediği gibi görüyorsunuz eğleniyor, geziyor, tozuyor, yiyor, içiyor. Kimseye böyle bir müdahale AK Partili hiçbir belediyeden veya merkezi yönetimden bugüne kadar olmamıştır" dedi.
 
Kendilerine müdahale olduğunun ifade edilmesi üzerine Erdoğan, kendilerine ve ailelerine müdahale olduğunu belirtti. Erdoğan, şöyle devam etti:
 
"Başörtülü kızlarımızın bu ülkede eğitim öğretim hakkı ellerinden alındı. Bundan daha büyük müdahale olur mu? İmam hatiptekini söylüyorum, 'Siz ölü yıkayıcısı olacaksınız.' Bundan daha büyük müdahale olur mu? Biz bu müdahalelerin içinde ezile ezile geldik, ama inandık ve bugünlere geldik. Halkımız eğer bizi kucaklıyorsa, onlar dışlanmamanın olmadığını onlar görüyor. Yaşam tarzımıza karışıldı mı, karışılmadı mı? Bunu görmedikleri için kalkıp AK Parti'ye yüzde 50 oy veriyor. Diğerlerine oy verilmiyorsa, diğerleri ifadesini kullandığımızdan dolayı da rahatsız oluyorlar. Tabii ki sen bir zihniyet ortaya koyuyorsun, bir diğeri bir zihniyet ortaya koyuyor ama halkım sizde toplanmıyor niye, siz kucaklayamıyorsunuz. Ya bir etnik unsurun temsilcisi oldunuz ya bir bölgenin temsilcisi oldunuz. Biz ise Türkiye'nin 81 vilayetinin temsilcisi olduk, farkımız bu."
 
AK Parti'nin kapatılması davası
 
Başbakan Erdoğan, "AK Parti kapatılsaydı, bir B planınınız var mıydı? sorusunu yanıtlarken, şunları kaydetti:
 
"B planı ne olur? Yenisini kurmak olur. Çünkü bizim ülkemizde nice partiler kapatıldı, nice partiler açıldı. Parti kapatmak çözüm değildir. Bunu başından beri biz hep söyledik. Eğer birey suç işliyorsa bireyi cezalandırın. Gerçek kişi. Ama tüzel kişi suç işlemez, tüzel kişiye ceza vermenin de bir anlamı olmaz. Biz hep bunu savuna savuna geldik, bugün de aynı şeyi savunuyoruz. Biz AK Parti olarak tüzel kişiliklerin kapatılmasına karşıyız."
 
"En önemli şey tabii ki AK Parti'nin kuruluş olayı"
 
Başbakan Erdoğan da Cumhurbaşkanı Gül ile unutamadıkları anılarının sorulması üzerine şunları kaydetti:
 
"Aslında Cumhurbaşkanımız hepsini en güzel şekliyle özetledi. Unutamadığımız diyebileceğimiz en önemli şey tabii ki AK Parti'nin kuruluşu olayı. Bu kuruluş süreci içerisinde biz hiçbir zaman tereddüte düşmedik, şüpheye düşmedik. Ama o kuruluş hareketini yapan arkadaşlar olarak birbirimize hakikaten inandık, güvendik. Ve geçmişten devraldığımız o birlikteliğimizi bir kardeşlik hukuku içerisinde aynen geleceğe taşıdık ve bu süreç içerisinde makam, mevki filan, bunların hiçbirisi bizim bu kardeşliğimizi gölgelemedi, aramıza böyle bir sıkıntı sokamadı. Hatırlayın, yine yazılı, görsel medyalar neler yazdılar. Bizimle ilgili yazdılar, eşlerimizle ilgili yazdılar. Halbuki Abdullah Bey'in de ifade ettiği gibi, bizim eşlerimiz birbirleriyle hukukları çok çok farklıdır, çocuklarımız yine aynı şekilde. Böyle bir sıkıntı hamdolsun hiçbir zaman aramızda yaşanmadı, olmadı. Zaten bunu yakalayamadıkları için de kahroluyorlar tabii. Ama biz aynı şekilde, inandığımız bu doğru yolda, kardeşlik hukuku içerisinde milletimize hizmet yolunda bir dava aşkı, inancıyla bu yola devam ediyoruz. Ben de Sayın Cumhurbaşkanımıza milletimin huzurunda şükranlarımı özellikle ifade etmek istiyorum."
Başbakan Erdoğan'ın da konuk olduğu Ustanın Hikayesi adlı belgeselde ünlüler, kendi pencerelerinden Erdoğan'ı anlattı.
Acun Ilıcalı, Yunanistan'da yaşadığı bir olayı paylaşırken Kenan İmirzalıoğlu ise Erdoğan ile ilgili anısını anlatırken duyduğu utancı izleyicilerle paylaştı. İşte ünlülerin anlatımıyla Erdoğan portresi; Başbakan Erdoğan, Beyaz TV'de yayınlanan "Usta'nın Hikayesi" adlı belgeselde hayatını anlattı. Ünlülerin de konuk olduğu belgeselde Acun Ilıcalı, Orhan Gencebay, Ajda Pekkan, Fatih Terim, Kenan Işık gibi isimler de kendi pencerelerinden Erdoğan'ı anlattı.
 
İşte ünlülerin anlatımıyla Erdoğan;
 
ACUN ILICALI - "YUNANİSTAN'DAN ADAY OLSA SEÇİLİR"
Yurtdışında benim en gurur duyduğum olay. Bundan yaklaşık 2 yıl önce Yunanistan 'daki krizin yeni başladığı dönemde taksiye bindik ve taksici 'Nereden geliyorsunuz'diye sordu. “Türkiye 'den geliyoruz” dedik. Taksici “Erdoğan” dedi. Ben de “Evet bizim Başbakanımız” dedim. Hiç unutmuyorum ve şu anda gururla söylüyorum. Taksici döndü ve bize “Buradan adaylığını koysa seçilir” dedi. Türkiye 'nin dünyadaki sorunlarını bilen biri olarak bu noktaya gelmiş olmamız, Başbakanımızın bir Yunanlı tarafından takdir edilmesi, benin için her zaman bir gurur kaynağı oldu.
ORHAN GENCEBAY - “BİRLİKTE KIZ İSTEDİK”
Sayın Başbakanla bir gün kız istemeye gittik. Giderken hatta takıldık; 'Kızı vermezlerse ne yaparız' diye. Kaçırırız falan gibi şakalaştık. Sohbetten sonra kızı isteme faslı geldi. Ben kendisine “Buyurun siz isteyin” dedim. “Hayır, ben isteyemem sen iste” dedi. “Rica ederim” dedim. Bana “Sen benim büyüğümsün, ağabeyimsin” karşılığını verdi. Bana vermişti bu görevi. Ben de “Allah 'ın emri Peygamberin kavliyle kızınızı verir misiniz” dedim. Neyse, kızı verdiler rahat ettik.
AJDA PEKKAN - “O SAMİMİYETİ YAŞAMAK…”
Bürüksel seyahati o da bir çıkartmaydı. Bizim Türk kadınlarını Avrupa 'da gösterebilmek, onların nasıl durduklarını görmelerini çok istedik. Başta ben olmak üzere sadece bayanlar gidildi. İçlerinde çok da önemli isimler vardı. Bir öğlen yemeği dönüşünde özellikle Hanımefendi ve kızları benimle olmak istediler. O samimiyet içinde şöyle dendi: “Ajda Hanım merak ediyoruz sizin yalın sesinizi. Bize bir şarkı söyler misiniz.” Ben de “seve seve” dedim. O samimiyeti ve sinerjiyi yaşamak o kadar keyifliydik ki o anda. Devamını diledim tabi ama hep protokollerde bu durumlar söz konusu oluyor. İnşallah yakında yeniden karşılaşırız.
ŞAHAN GÖKBAKAR - “TOMBİŞİM NASILSIN DEDİ YEMEK YİYEMEDİM”
Meşhur Dolmabahçe kahvaltıları vardı, sanatçıların katıldığı ve Başbakan 'ın da teşrif ettiği. Onlarında birine bana da davet geldi. Kendimce birkaç bir şey buldum. Bana şöyle derse böyle derim, şöyle yaparsa böyle ederim. Gün geldi, çattı gittik. Büyük bir salon büyük de bir masa var. Sayın Başbakan içeriye girdi ve tek tek tokalaşarak geldi. Tam karşı karşıya geldik “Tombişim nasılsın” dedi. Bir ara durakladım “İyiyim, sağ olun. Siz nasılsınız Başbakan 'ım?” dedim. “İyiyim, hala erimedin mi” dedi. Yok, daha eriyemedim derken yan tarafa geçti. Sonra kahvaltılar dağıtıldı. Karnım da aç, tombiş lafını da yedikten sonra yemek yemeyeyim dedim. Ata da var orada. O üç kaşık yiyorsa ben tek kaşık yiyeyim. Kendimi zor tuttum. Tam servisler toplanırken masada kalan salamı ağzımı atarken bir baktım konuşurken göz göze geldik. Çatalı geri bıraktım. Aç kalmıştım o kahvaltıda.
KENAN IŞIK
Şöyle bir şey söyledi “ Ben dedi biraz önce Bakırköy 'de seçimler var, oraya aday arkadaşa yardım etmek için gitmiştim. O kalabalıkta bir ihtiyar amca bastonuna dayanarak ilerde duran kısa etekli bir kadını göstererek 'Bak sen belediye başkanı oldun bunlar hala böyle giyiniyorlar'dedi. Bende 'Ya amca boşver dedim, onlar öyle giyinsin sen de böyle giyin, ne sakıncası var'dedim
HİDAYET TÜRKOĞLU - “KENDİNE ÇOK GÜVENEN BİR İNSAN”
Bana göre Sayın Başbakanımızın dünya çapındaki imajı, kendine olan güveni bir lider sıfatı olması. Sanırım bütün dünya çapında herkes tarafından bence gözlemlenmiş bir şey. Sayın Başbakanımız kendine çok güvenen bir insan. Nitekim de yaptığı işleri de herkes görüyor ve bu yönünü takdir ediyor.
FATİH TERİM - "HERKES BU ŞANSI İYİ KULLANMALI"
Bugün savaşların yerine spor var. Herkes sporun her dalını kendi ülkesinin propagandası ya da iyiliği için kullanıyor. Bizim de ülkemizi özellikle sporu seven bir başbakanımız olduğu için, yaklaşımı, düşüncesi, sağladığı imkanlar bir şanstır. Herkes bu şansı iyi kullanmalı.
KENAN İMİRZALIOĞLU - “BİR DURUP DÜŞÜNDÜM, UTANDIM”
Başbakanlığa taziye için bir telefon açmıştım. Başbakanımız teyzesi rahmetli olduktan sonra. Aradan birkaç gün geçti ve Başbakanlık 'tan aranıyorsunuz diye bir not geldi. Telefonda Başbakanımız vardı bana teşekkür ediyordu taziyede bulunduğum için. 4-5 dakika sohbet ettik. Ailemden konuştu, Ankaralı olduğumu biliyordu memleketten konuştuk. Kendisine teşekkür ettikten sonra telefonu kapattım ve durup düşündüm. Çünkü dizilerde çalışırken çok yoğun oluyoruz ve eşimize, dostumuza ve ailemize “Çok yoğunuz o yüzden dönemiyoruz sizlere” gibi durumlar oluyor sitemler karşısında. Türkiye Cumhuriyeti 'nin Başbakanı bana geri dönüş yaptıysa –ki binlerce kişi aramıştır- Bir durup düşündüm. Bir utandım, oradan kendime bir ders çıkardım.



Sayfa Adresi: http://byturco.com/haber/-Usta-nin-Hikayesi-Sosyal-Medyayi-Yikip-Gecti/384326