Erdoğan'ın konuşmasından satırbaşları;
Son yıllarda ülkemizdeki güven ve istikrar ortamına zarar vermeye yönelik saldırıların ilk hedeflerinden biri enerjidir. Gezi olayları sırasındaki taleplerden biri neydi biliyor musunuz, HES inşaatlarının durdurulmasıydı. 17-25 Aralık darbe girişiminde hedef alınan iş adamlarına bakıyoruz, onların da çoğunun ülkemizdeki enerji yatırımlarında büyük pay sahibi şirketlerin sahipleri olduğunu görüyoruz.
Özellikle 2003 yılından beri gerçekleştirdiği çok büyük yatırımlara rağmen 180 kilowatt olarak hesaplanan 91 kilowatt saatini yani yarısını kullanabilmiştir. Bu oran Amerika'da yüzde 86 Japonya'da yüzde 78 Norveç'te yüzde 72'dir. Peki siz bu ülkelerde HES yatırımlarından vazgeçilmesi için eylem yapıldığını gördünüz mü? Ben ne gördüm ne duydum. Çünkü bu ülkelerde bizdeki gibi kendi ülkesine kendi milletine husumet besleyen kesimler, onları destekleyen siyasetçiler ve medya kuruluşları bulamazsınız.
Maalesef vücudu bu topraklarda yaşayan ama ruhu bu millete düşman sayıca az fakat sesi çok çıkan bir kesim var. Bunlar buldukları her fırsatta içlerindeki kini ortaya çıkarıyorlar. İşte son örneğini Pazartesi günü hep birlikte yaşadık. Kendilerine akademisyen diyen bir güruh alanen terör örgütü yanında saf tutarak devletine ve milletine kin kustu.
Bu bildiriyi ülkemizdeki 151 bin akademisyenden 1128'i imzalamış da olsa ortaya çıkan durum çok düşündürücüdür. Benim itirazım bu akademisyenlerin farklı düşünmelerine değildir. Türkiye'nin demokraside geldiği yer itibariyle hoşumuza gitmese de farklı düşüncelere elbette saygı duyuyoruz. Buradaki mesele kendilerine akademisyen diyen kitlenin tamamı yalandan, propagandadan oluşan terör örgütünün dilini kamuoyunda dayatmasıdır. Terör örgütü adına kurşun sıkmanızla onun propangasını yapmanız arasında hiçbir farkı yoktur. Bunun düşünce özgürlüğüyle ilgisi bulunmuyor.
Biz ülkemizdeki bir şeyin müdafaasını yapıyoruz. Biz tek millet olmanın gayreti içindeyiz. Yani tüm etnik unsurlarla tek millet. Biz tek bayrak onun peşindeyiz. Bu ülkede ikinci bir bayrak dalgalandırılamaz.
Tabi ki yeri geliyor canımız yanıyor, kolay değil, şehitlerimiz toprağa düşüyor. Ama bilmeliyiz ki toprak şehitlerimizle vatan oluyor.
Bütün bu olanlar, bildiri imzaları, hadi bunları sineye çektik. Peki kendi ülkesine yabancıları davet etmek neyin nesidir? Bu mandacı zihniyeti biz çok iyi tanıyoruz.
Hiçbir ülke kendi vatandaşlarının hayatlarının hendek siyasetiyle, hendekle, bombalı barikatlarla, silahla tehdit edilmesine rıza göstermez. Dün gece Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde teröristler polis lojmanlarına ve emniyet kuvvetlerimizin binalarına saldırdılar. Bombalı araç roket ve silahlarla gerçekleştirilen saldırıda bir polisimiz ve 5 vatandaşımız hayatını kaybederken 6'sı polis kalanı sivil 39 vatandaşımız da yaralandı.
Çınar saldırısı dahi terörün karşısında haysiyetli bir duruş sergilemeyenlerin alçak duruşunu göstermeye yeter. Biz bugüne kadar hep dik durduk. Biz sadece Allah'ın huzurunda eğiliriz.
Bu sözde aydınlar aydın değil, karanlıktır, karanlık. Zira bunların vatan diye bir meselesi yoktur, millet diye bir meselesi yoktur. Bunlar sadece güzel ülkemizi nasıl karıştırırız bunun gayreti içindeler. Bu mesele kesinlikle demokrasi meselesi, düşünce hürriyeti meselesi değildir. Türkiye'nin bu konularda hiçbir eksiği yoktur. Bu mesele devletin ve milletin bekası meselesidir.
Devletin olmadığı yerde demokrasi, hak, hukuk olmaz. Kan, gözyaşı, kaos olur. Bölgemizde yaşanan durum ortada. Güneydoğu'da çeşitli illerimizde teröristlerin yol açtığı sıkıntılar karşısında devlet olarak vatandaşlarımızın hakkını korumak mecburiyetindeyiz.
Bitişik nizam evlerde, evler alttan birbirlerine tünellerle bağlanmış. Ve bu evlerdeki benim Kürt kardeşim evden çıkartılıyor, onlar göçe zorlanıyor ve dağdaki teröristler buralar yerleşiyor. Devlet olarak görevimiz can güvenliğidir, mal güvenliğidir. Bütün bunları yapmak zorundayız, yapacağız. Biz çözüm süreci derken, demokratik açılım dedik ama bunlar hiçbirinden anlamadılar.
3-5 günde teröristlerden arındırılabilecek yerler bu hassasiyet sebebiyle haftalarca sürebilir. Burada devletin zaafı yoktur. Bu işi çözmedikten sonra asla bu operasyonlar durmayacaktır.
Biz bu ülkeyi sözde aydınlardan icazet alarak mı yöneteceğiz? Biz izni ve görevi milletten aldık. Milletin verdiği yetkiyi kullanıyoruz. Terör örgütü mensupları vatandaşlarımızın malına canına saldırmaktadır. Kürtleri temsil diye bir şey yok ha. Bunlar Kürt kardeşlerimi temsil etmiyor, aksine oradaki mahremiyetlerini çiğniyorlar.
Güneydoğu'da baraj yapılmasını istemiyorlar, biliyor musunuz? Ama biz onlara rağmen Ilısu barajını yapıyoruz, bitireceğiz. Onlar yıkar, biz yaparız. Aramızdaki fark bu. Bu tablo karşısında terör örgütünün yanında yer almak için ancak o bildiriye imza atan sözde akademisyenler gibi ruhunuz kirlenmesi yitirmiş olmanız lazımdır. Milletimizin bunlara hakettikleri cevabı vereceğinden şüphe duymuyorum. Buradan ilgililere sesleniyorum, anayasamıza ve yasalarımıza göre açık suç teşkil eden bu ihanet karşısında gerekenleri yapacaklarına inanıyorum. Buradan asla taviz verilemez.
Sadece sözde akademisyenlerin değil, kimi siyasetçilerin de aynı tavırda olduklarını görüyorum. Terör örgütünün güdümündeki siyasi partinin temsilcilerini hiç saymıyorum. Gerek yok. Çünkü benim gözümde onlar siyasetçi değil, terör örgütünün maşasıdır. Bunların tek yaptığı terör örgütünden aldıkları emirleri uygulamaktır. Bu şekilde davranan siyasetçi olmaz.
Benim asıl üzüldüğüm başta genel başkanları olmak üzere, bu ülkenin ana muhalefet partisini temsil eden siyasetçilerin ortaya koydukları tutumlar ve beyanlardır. Ana muhalefet partisinin başkanı çıkıyor terör örgütünün propagandası olmasından duyduğu pişmanlığı dile getiren bir televizyon programcısını dik duramadın diye eleştiriyor. Bu genel başkana göre, o programcı üzüntü duymak bir yana o tavrı sürdürmeliymiş. Biliyorsunuz aynı zat hendekçi teröristleri de arkadaşı olarak ilan etmişti. Beyefendi sen de bir kazma kürek al bir hendek de sen açıver.
Bu zat Sultanahmet'teki saldırıda yayın yasağını konuşuyor. Ne olacaktı oradaki o durumu tüm dünyaya izletecek miydik? Fransa'da terör eylemleri yapıldığında hem bu ülkenin medyası hem dünya medyası rahatsız edici en küçük bir görüntüyü servis etmeme konusunda hassasiyet göstermiştik. Fakat benzer bir olay ülkemizde yaşanınca bu hassasiyeti göremiyoruz. Hatta kimi basın yayın kuruluşları attıkları manşetlerde sergiledikleri çiftte standartı gösterdiler.
Çok ağrıma gitti, Paris saldırısını manşetlerinden benim ülkemdeki bir gazete, ''Fransa çocuklarına ağlıyor'' başlığıyla verdi. Fakat Sultanahmet'teki olayı katliam ülkesi diyerek sunması bizi şaşırtmadı. Ama umuyorum birilerinin aklını başına getirmiştir. Böyle şey olur mu? Tabi, Avrupa menşeili basın kuruluşlarının da çiftte standartını gördük. Bundan sonra kimse bizim karşımıza objektiflik gibi argümanlarla gelmesin.
Paris'te ölenlerin haklarıyla, İstanbul'da ölenlerin haklarını aynı görmeyenlerin bu çirkin yüzüne biz yıllardır pek çok konuda sayısız defa şahit olduk.
Şuan burada bizimle beraber olan işadamlarının her türlü desteği ve teşekkürü hakettiğine inanıyorum. Bu barajlarımızın inşaasında emeği geçen mimarlarımıza, mühendislerimize, işçilerimize şükranlarımı sunuyorum. HES'lerde bu sözde akademisyenlerin bunların karşısında neler yaptığını bilirim, Greenpeace'ler biraraya gelirler, böyle birşeyler yapıp ön kesmeye çalışırlar. Yeşili biz isminde yeşil olanlardan çok daha fazlasıyla severiz. Onlarınki greenpistir, bizimki tam manasıyla yeşildir. Bu barajlar farklı güzellikler katar.
.....