Cumhuriyetçi Türk Partisi kurultayına tek aday olarak giren Tufan Erhürman, benmerkezcilik, ben bilirimcilik, kişisel hırslar, makam, mevki beklentileri, kişisel çıkar arayışları gibi bazı sağ hastalıkların partiye bulaştığını kaydederek, kimsenin bu kişilerle birlikte yaşamayı kendilerinden beklememesi gerektiğini söyledi.
CTP’nin 26. Olağan Kurultayında Faaliyet Raporu’nun Örgüt Sekreteri Erdoğan Sorakın, Mali Raporun da Mali Sekreter Ali Karavezirler tarafından okunmasının ardından Mustafa Makinist söz alarak bir konuşma yaptı ve seçim salonlarından artık kongre salonlarına geçilmesi gerektiğini ve CTP’nin buna daha fazla ihtiyacı olduğunu görüşünü bildirdi.
Mali Raporun oylanarak oybirliğiyle kabul edilmesinden sonra, CTP Gençlik Örgütü salona bayraklar ve davullarla girerek bir gösteri yaptı.
Daha sonra divan, tek genel Başkan Adayı olan Erhürman'ı onaya sundu ve Erhürman oybirliğiyle seçilerek CTP Genel Başkanı ilan edildi.
Tufan Erhürman alkışlar ve sloganlar eşliğinde kürsüye gelerek konuşmasını yaptı.
Erhürman'ın konuşmasının ardından oylamaya geçildi.
Aidat sorumluluğunu yerine getiren 2 bin üyenin oy kullanma hakkına sahip olduğu kurultayda oylamanın saat 21.00 sıralarında tamamlandı ve kısa süre içinde sonuçların açıklanması bekleniyor.
ERHÜRMAN
CTP Genel Başkan adayı Tufan Erhürman kurultayda yaptığı konuşmada, bugünkü kurultayda kalın bir çizgi çekeceklerini, bu kalın çizginin gerisinden alıp ileriye taşıyacakları şeylerin 1970’ten beri savunup, uğrunda ter ve kan akıttıkları, ağır bedeller ödedikleri sol değerler, sol ilkeler olduğunu söyledi.
Yoldaşlık ve dayanışma olgularına dikkati çeken Erhürman, “fabrika ayarlarını” söz konusu kalın çizginin gerisinden alıp çizginin ötesine taşıyacaklarını anlattı.
Çekilecek kalın çizginin gerisinde bırakılması gerekenlerin istenmeyen, arzu edilmeyen, sol değerlerle bağdaştırılmayan şeyler olduğunu kaydeden Erhürman, bazı kadroların benmerkezci davranabildiğini, dayanışmadan, sevgiden, saygıdan, birbirine sahip çıkma anlayışından uzaklaştığının görüldüğünü aktardı.
Rekabet, benmerkezcilik, ben bilirimcilik, kişisel hırslar, makam, mevki beklentileri, kişisel çıkar arayışları gibi bazı sağ hastalıkların partiye bulaştığını kaydeden Erhürman, “Sakın ha kimse bizden bu hastalıkları bu kalın çizginin ötesinde hoş görmeyi, onlarla birlikte yaşamayı öğrenmeyi beklemesin. Kimse bizden, bu ülkede yerleşik hale gelmiş sağ siyaset anlayışını, yukarıdan aşağıya doğru menfaat dağıtıp, aşağıdan yukarıya siyasi destek sağlama anlayışını kabullenmemizi beklemesin” ifadelerini kullandı.
Günün, hakim kültürün CTP’ye bulaştırmaya çalıştığı bu hastalıklardan arınma günü olduğunu belirten Erhürman, günün yeni CTP’yi, bu hastalıklardan arındırarak, yine birlikte oluşturma günü olduğunu kaydetti.
Partinin, kamuoyunda, yapıp ettiklerinden, ürettiklerinden ziyade, parti içi uyuşmazlıklarla, uzlaşmazlıklarla, didişmelerle anılır olduğuna işaret eden Erhürman, “gençler-yaşlılar, bıyıklılar-bıyıksızlar, sosyalistler-liberaller” denilerek partinin bölünmeye ve yok etmeye çalışıldığını ifade etti.
Erhürman “Hoca, iyi söylüyorsun, güzel söylüyorsun, doğru söylüyorsun da… CTP’nin bu halinde nasıl yapacaksın bunları? Sana izin verecekler mi? Neye, kime güveniyorsun” sorularına muhatap olduğunu ve partinin sol ilkelerine güvendiğini belirten Erhürman, Mesarya’daki, Lefke’deki, Karpaz’daki, Girne’de, Güzelyurt’taki, İskele’deki,Mağusa’daki, Lefkoşa’daki emekçi, esnaf, üretici, tarımcı, hayvancının bu didişmelerden ve iç çekişmelerden bıktığını kaydetti.
CTP’yi “fabrika ayarlarındaki” dayanışmaya, saygıya, sevgiye döndürmeye hazır olduklarını kaydeden Erhürman, yeni CTP’yi yine birlikte kurmaya, statükoyu yıkmaya ve yeniden “Birlik Mücadele Dayanışma” demeye hazır olduklarını söyledi.
Erhürman şöyle devam etti:
“Bu ülkede 1974’ten, hatta 1963’ten beri kurulmuş, taş taş üstüne konularak örülmüş bir statüko hüküm sürüyor. Bu statüko, adaletsizlik üzerine kurulmuş… Bu statüko bir halk olarak haysiyetimizi teferruat olarak görmüş… Bu statüko bizi üretimden koparmış… Bu statüko hizmet görüntüsü altında, yağmalamış, talan etmiş, peşkeş çekmiş, çevreyi tahrip etmiş, yalnızca bizim değil, gelecek kuşakların da haklarını yemiş… O vakit hiç çekinmeden, birilerinin okudukları üç beş satırdan bilgi edindiklerini sanarak durmadan ısıtıp ısıtıp önümüze sürdükleri, ‘ideolojiler bitti, sağ-sol ayrımı kalmadı’ yalanlarına kulak asmadan adını koyalım bu ucubenin. Bu ucube sağ bir statükodur. Bu ülkede statüko sapına kadar sağdır. Eski olan, değişmesi gereken odur. Yeni olan CTP’dir.
1974’ten beri her türlü mücadeleyi verdik bu statükoyu değiştiremedik… Son zamanlarda moda oldu biliyorsunuz. Kimileri sanki kendilerinden önce bu ülkede kimse yokmuş, kimse mücadele etmemiş, bugün bu ülkede biraz olsun demokrasiden, biraz olsun haysiyetten söz edebiliyorsak, barışı hiç olmazsa yüksek sesle savunabiliyorsak, bunun ardında bizden önceki yoldaşlarımızın, kanı, teri, emeği, ödediği bedeller yokmuş gibi konuşabiliyorlar. Hakimiyetin her şeyden önce unutma, unutturma üzerine inşa edilebileceğini biliyorlar. Ama biz unutanlardan değiliz, asla olmadık yoldaşlar. Vefa bizde bir semt adından ibaret değil. Demokrasi şehitlerini unuttuk mu?.. Bütçe meclise diyenleri, en zor günlerde barışı, federasyonu dillendirenleri, bunun için ağır bedeller ödeyenleri unuttuk mu? Matbaa direnişindeki yoldaşlarımızı unuttuk mu?
Hani durmadan değişimden bahsediyor ya herkes. Evet, bu halk bu statükodan sıkıldı. Bu halk sağın kurduğu, sağın yaşattığı ve yaşatmaya devam ettiği, bizim de her türlü mücadelemize rağmen yıkamadığımız bu statükodan bıktı usandı. Onu değiştirmek istiyor. Denenmemişi denemek istiyor. Yeni olanı istiyor. O zaman yeni olanı söyleme zamanıdır.
Sağ statükonun ve onun kültürünün hüküm sürdüğü yerde yeni olan soldur, sol yenidir. Eşitliği, özgürlüğü, adaleti, haysiyeti, üretim ve hizmeti yerlerde süründüren bu statüko sağ bir statüko olduğuna göre, yeni olan politikalar yalnız ve ancak sol politikalardır. Yeni CTP bu ülkede sol politikaları uygulayacaktır. O yüzdendir ki şimdi yine birlikte yeni CTP demenin tam yeri ve tam zamanıdır.”
“DENEMEMİZ GEREKEN CTP’NİN TEK BAŞINA İKTİDARI”
Ülkede artık denenememiş olanı denemek gerektiğini ve bunun CTP’nin tek başına iktidarı olduğunu söyleyen Erhürman, yola 28 sayfalık bir manifestoyla çıkıyor olmanın boşuna olmadığını ve çok iddialı olduklarını kaydetti.
Manifestoda Kıbrıs sorununa çok fazla değinilmediğine de işaret eden Erhürman, yeni CTP’nin Fikret Demirağ’ın dediği gibi, “Bizi acıyla sözlediler ama ey barış biz senin nikâhlınız” diyenlerin partisi olduğunu, nikahı barışa kıyanların, sözünden dönmediğini ifade etti.
Erhürman, yarından itibaren Andros Kiprianu ile görüşmelere başlayarak barış ve çözüm için mücadeleyi sürdüreceklerini kaydetti.
“‘Devleti küçülteceğim’ diyerek Göç Yasasını çıkarıp kamu çalışanı gençleri aile içi gelir aktarımı olmaksızın yaşamını sürdüremeyecek duruma getirenler bulunduğunu” kaydeden Erhürman, “devleti küçülteceğim” denilerek üniversite mezunu gençlerin işsiz bırakıldığını, göç etmek zorunda bırakıldığını, kamu hastanelerinin doktorsuz bırakıldığını, gençlerin, özel sektörde, sendikasız, toplu sözleşme hakkı olmadan, iş güvencesiz, günde sekiz saat çalışma ilkesine bile uygun olmayan koşullarda, asgari ücrete çalışmak zorunda bırakıldığını anlattı.
“BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY BİZİM İSTEDİĞİMİZ”
Manifestoda da bahsedildiği gibi “Başka türlü bir şey bizim istediğimiz” diyen Erhürman, KKTC’nin yurt dışında “kumar adası” olarak bilinen bir ülke olduğunu belirterek, “ülke için bir hayalimiz var. Bu ülke burada da, yurt dışında da, bir turizm, birinci sınıf üniversiteler, doğal güzellikler, kültürel miras, üretim ve bilim-kültür-sanat adası olarak bilinsin, öyle tanınsın istiyoruz.” ifadelerini kullandı.
Erhürman şöyle konuştu:
“Şu anda savaşla, çatışmayla, çözümsüzlükle anılıyor bu ülke. ‘Bütün Kıbrıslıların insan haklarına inandım, inanmaya devam ediyorum’ demişti Özker Hoca. Bizim Özker Hoca’dan beri bir hayalimiz var.
Bu ülke barışın, çok kültürlülüğün, farklı milletlerden, etnik kökenlerden, dinlerden, mezheplerden insanların, Türküyle, Rumuyla, Ermenisiyle, Marunisiyle, Latiniyle, Lefkoşa’da, Mağusa’da, Larnaka’da, Baf’ta, Londra’da, Avusruralya’da, Karadeniz’de, Adana’da, Hatay’da, Diyarbakır’da doğanıyla, Müslüman, Hıristiyan olanıyla olmayanıyla, Alevisiyle Sünnisiyle kardeşçe, eşit haklara sahip biçimde yaşadığı, çözümsüzlüğün hüküm sürdüğü ülkelere örnek olarak gösterilen bir ülke olsun, öyle bilinsin istiyoruz.
Bu ülkede emeğe, değer yok, insan onuruna saygı yok. Bizim bir hayalimiz var: Aç kalan, çocuklarına ekmek götüremeyen, onları okutamayan, doğru dürüst bir evde barınamayan, şantiyelerde yaşamak zorunda kalan, inşaatlardan düşüp ölen insanların da, vatandaş olsunlar, olmasınlar bizim insanlarımız olduğu bilinsin, onların acılarını acılarımız, onların sorunlarını sorunlarımız bilelim istiyoruz. Bu ülke de bizimdir bu insanlar da bizimdir.
Sağ statükonun sağ kültürü bize üretmeyi değil tüketmeyi öğretiyor. Bizim bir hayalimiz var. Bu ülkede insanlar ne tükettikleriyle değil, ne ürettikleriyle anılsın, bilinsin istiyoruz.
Bizim ideolojimizde ‘ben’ yoktur, ‘biz’ vardır. Ve biz ne zaman başardıysak ‘biz’ olmayı, bu ülke de, bu halk da, bu ülkede yaşayan herkes de ileriye gitti. Ne zaman ki ‘ben’ler öne çıktı, egolar şişkinleşti, bu ülke de, bu halk da, bu ülkede yaşayan herkes de geriye gitti. Bundan sonra ‘ben’ demeye hakkımız yok. Bu ülkeye de, bu ülkede yaşayanlara da borcumuz var. Hem de sadece bugün yaşayanlara değil, bizden önce yaşayıp, mücadele edip, bedeller ödeyip bugün aramızda olmayanlara da. Sadece onlara da değil, bizden sonra bu ülkede yaşayacak kuşaklara da borcumuz var.”