Cumhurbaşkanı Erdoğan 'Dikey Değil Yatay Mimariden Yanayım'

27 Ocak 2017 Cuma  12:47

Erdoğıan, “Dikey mimarinin altında yatan gerçek nedir? Az topraktan çok para kazanmak. Aslı budur. TOKİ binaları başta olmak üzere, şimdi Ergün Bey’e sesleniyorum, artık ülkemizde tarihimize, kültürümüze, bölgelerimizin hayat tarzına uygun binalar inşa etme dönemi gelmiştir, geçiyor.” diye konuştu. Erdoğan yarıca Boğaz yasasının yeniden yazılmasının gerektiğini ve müteahitlerin ranta çevirdiği bodrum ve kot uygulamalarının yeniden düzenlenmesinin gerektiğini söyledi.
 
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ‘Şehircilik Şûrası 2017’ programında konuşuyor. Erdoğan, “Bizim medeniyetimizde şehir, daha doğrusu binalar, sokaklar, mahalleler, nsanın yaratıcısına yönelik simgeleridir, öyle olmak zorundadır. Hatta şehirleri cennet tasavvuru olarak görenler de mevcuttur” dedi.
 
Erdoğan “TOKİ binaları başta olmak üzere, şimdi (TOKİ Başkanı) Ergün Bey’e sesleniyorum, artık ülkemizde tarihimize, kültürümüze, bölgelerimizin hayat tarzına uygun binalar inşa etme dönemi gelmiştir” dedi.
 
KONUŞMANIN SATIR BAŞLARI
 
Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız tarafından şehircilikte yeni vizyon temasıyla düzenlenen şehircilik şurasının ülkemiz, milletimiz, şehirlerimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Açılış programının ardından yaklaşık 3 ay boyunca 4 komisyon halinde çalışmalarını yürütecek şuraya katkı verecek herkese teşekkür ediyorum.
 
Şehirlerimizin meselelerimizin ve çözüm yollarının enine boyuna tartışılacağı şuramızın bu alanda bir dönüm noktası olacağına inanıyorum. Toplumdan uzak, tek başına yaşamak insan fıtratına aykırıdır. Şehirler, bu fıthi ihtiyaçtan doğmuştur. Medeniyet kavramının insanların bir arada yaşadıkları şehirlerin, o şehirdeki yapıları da ifade eden geniş bir anlam dünyası vardır. Gerçekten de insan, şehirlerin çevresini değiştirebilen alemdeki tek varlıktır. Şayet bu müdahale iyiye, güzele ulaşma yolunda olursa insan Allah’ın yeryüzündeki halifeliği vasfına uygun davranmış olabilir. Tam tersi şekilde yapanlar, Allah’la yarışanlardır.
 
Halbuki bizim medeniyetimizde şehir, daha doğrusu binalar, sokaklar, mahalleler, nsanın yaratıcısına yönelik simgeleridir, öyle olmak zorundadır. Hatta şehirleri cennet tasavvuru olarak görenler de mevcuttur. İbn-i Haldun’a göre şehirlerin bir ruhu vardır. Bir başka ifadeyle şehirde yaşamaya karar vermek aynı zamanda bir hayat biçimi tercihidir. Bu bakımdan insanla şehir arasındaki ilişkiyi doğru kurmak çok ama çok önemlidir. Eğer şehir ve insan arasındaki ilişkide önemli olan insan olmazsa, bu anlayış bir gölge gibi üstümüze çökmeye başlar.
 
Özellikle ikinci dünya savaşı sonrası dönemde yaşadığımız şehircilik facialarının sebeplerini çok iyi tespit etmeliyiz. Evet, bizler her alanda olduğu gibi şehircilik konusunda da tarihimizden ibret alarak, hataların tekerrürünü önlemek mecburiyetindeyiz. Geçtiğimiz 14 yılda büyük adımlar attık. Türkiye tarihinin en kapsamlı, sosyal yönü en güçlü şehirleşme hamlesini bu dönemde gerçekleştirmiştir. Dünyanın dört bir tarafında hemen tüm önemli şehirleri ziyaret etme imkanı buldum diyebilirim. Belediye başkanlığımdan cumhurbaşkanlığıma kadar. Her şeyden önce şehirleşme konusunda yaşadığımız sıkıntılar bize mahsus değildir. Birçok toplum benzer sancıları yaşamıştır, yaşıyor. Dünyada nüfusu 10 milyonun üzerinde olan sadece 2 şehir vardı. Bugün ise nüfusu 10 milyonun üzerinde olan 34 şehir mevcuttur, yenileri de gelmektedir.
 
 Nüfusun kent ve kır dağılımı da bozulmaktadır, insanlara kentlere yığılmaktadır. 1950’de nüfusumuzun sadece yüzde 25’i şehirlerde yaşarken bugün bu oran yüzde 90’ı aşmıştır. İnsanlar şehirlerde yaşamayı tercih etmektedir. Gittiğim yerlerde elbette çok düzenli şehirleşme örneklerini de gördüm. Ama bir şeyin güzel ve nizamlı olması doğru ve güzel olduğu anlamına gelmiyor. Bizim şehirlerimiz topluluktaki farklılıkları yansıtan özelliklere sahiptir. Binaların, mahallelerin belirli bir kimliği vardır. O yüzden hiçbiri diğerinin aynı değildir. Halbuki Batı ülkelerinde tek tipçi bir mimari anlayış vardır. Aynı tip binalardan yüzlerce, binlerce görürsünüz ve aralarındaki farkı anlayabilmeniz gerçekten zordur. Düzenli ama karakteri olmayan şehirleşme, bizim modelimiz asla olamaz. Maalesef 1940’lardan itibaren gecekondulaşmanın yanında aynı çirkin, kötü projelerin yansıması olan apartmanlar, binalar ortaya çıkmıştır. İnsanların sadece başlarını sokmak için yöneldiği bu yapılaşma tarzı artık son bulmalıdır diye düşünüyorum. Bu şurada bunun üzerinde ısrarla durulması gerektiğini düşünüyorum.
 
“DİKEY DEĞİL YATAŞ MİMARİDEN YANAYIM”
 
Bugünün Türkiye’si böyle bir çirkinliği, böyle bir nobranlığı asla hak etmiyor. Dikey mimarinin altında yatan gerçek nedir? Az topraktan çok para kazanmak. Aslı budur. TOKİ binaları başta olmak üzere, şimdi Ergün Bey’e sesleniyorum, artık ülkemizde tarihimize, kültürümüze, bölgelerimizin hayat tarzına uygun binalar inşa etme dönemi gelmiştir, geçiyor. Sadece beton, demir yığınlarında oluşan çirkin yapılar, bırakın şehirlerimizi yaylalarımızı, kıyılarımızı da işgal etmeye başlamıştır. Bu çirkinliklerden çok derin üzüntü duyuyorum. Bu facialara bakanlık olarak, belediyeler olarak işbirliği halinde izin vermememiz lazım. İşte bugün burada birçok belediye başkanı arkadaşlarım var. Hep brlikte buna karşı set oluşturmalıyız. Şehirlerimiz kentsel dönüşüm projeleriyle gecekondulardan kurtulurken şahsiyetsiz mimari ekollerin pençelerine de itilmemelidir. Kendi şehir planlarımızı hayata geçirecek yatırımların ardından gitmeliyiz.
 
KÖTÜ ŞEHİR İNSANI AHLAKSIZLAŞTIRIR”
 
İnsanlara huzur değil, gerginlik veren bir şehir sorunlu bir şehirdir. Manhattan’ı düşünün. O devasa binaların arasına girdiğiniz zaman ruhsuzluk olduğunu görürsünüz. Orada insan, ben bir şehirde medeni olarak yaşıyorum diyemez. Öyle bir hal var. Çıkarsınız odanıza karşınızda bir beton yığını vardır. Yeşili falan görmek mümkün değildir. Bugün dünyanın en büyük 30 şehrinin ortak özelliği hepsinin de terör tehdidi altında bulunuyor olmasıdır. Şehirleşmenin getirdiği siyasi, ekonomik sıkıntıların üzerinde de kafa yormalıyız. Bununla birlikte sorun çözmek, toplumun bir kesimini ayrıştıracak yapı öbekleri oluşturmak anlamına gelmemelidir. Patronla işçi yan yana oturabilmelidir.
 
Bizim anlayışımıza göre budur. Bu birliktelik herkesin diğerinin halini görmesine, gerektiğinde yarasını sarmasına imkan tanımaktadır. Bireyselleşmeyi teşvik eden yapılar medeniyetimizi cehenneme çevirmektedir. Şehir dendiği zaman hesaba katmamız gereken pek çok husus bulunuyor. Vizyoner bir bakış açısıyla gelişmeleri doğru değerlendirip geleceği gören anlayışla yapılan planlamalar o şehirleri bugünlere getirir. Kötü şehir insanı ahlaksızlaştırır diyor merhum…
 
Kötü alışkanlıkların ahlaksızlaştırdığı ve bu ahlaksızlığın yaygın hale gelmesinden şikayet ediyoruz. Bu durumun başlıca sebebi şehirlerin maddi ve manevi boyutuyla buna imkan verecek şekilde büyümüş olmasıdır. Ninova’dan Babil’e, Roma’dan İstanbul’a, Gazze’den Konya’ya nice kadim şehri bu çerçevede sayabiliriz. Elbette Mekke, Medeniyet baş taçlarımızdır.
 
BOĞAZ YASASI YENİ YAZILMALI
 
Kot diye bir şey var. Müteahitler bu konuda çok büyük rant sağlıyor. Kotu denizden vermek gerekiyor. Bu işi kökünden kazımamız lazım.
 
Bodrum diyorsun adam bodrum yapmıyor zemin yapıyor. Bodrum güneşi görmeyen yerdir. Toprağın altındaki yerdir.
 
KAZANMAK İSTİYORUM DERKEN ŞEHRE İHANET EDİYORSUN İHANET
 
İstanbul boğazının durumu ortada.7 katlı binalar var. Boğazı felç ettiler. Niye kararlı bir tavır sergilenmediği için Boğaz yasasının da yeniden yazılması gerekiyor. Şehircilik bakanlığımızın kararlılıkla adım atması, hükümetimizin adım atması gerek.
Çirkin binalar yıkılsın ama yerine yapılanlar da ona göre yapılsın. Bunun bir anayasası olması lazım. Belediyelerimize adeta süre tayin edilmeli. Her plana bir süre verilmeli.



Sayfa Adresi: http://byturco.com/haber/Cumhurbaskani-Erdogan-Dikey-Degil-Yatay-Mimariden-Yanayim-/406838