Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Kıbrıs müzakere sürecinde gelinen aşamayı değerlendirerek, yapılan eleştirilere de yanıt verdi. Attıkları her adımda iki şeye karşı sorumluluğu bulunduğuna işaret eden Akıncı, "Attığımız her adımda iki şeye karşı sorumluluğumu bir an için olsun aklımdan çıkarmıyorum: Vicdanıma ve halkıma karşı sorumluyum" dedi.
Cumhurbaşkanı Akıncı bugün yaptığı yazılı açıklamada, Kıbrıs’ta kararlı duruşlara ihtiyaç duyulan son safhaya ulaştıklarını vurgulayarak, “Tüm ilgili tarafların olumlu katkılarıyla eşitlik, özgürlük ve güvenlik içinde yaşanacak bir ada yaratmak mümkündür” dedi.
Bu çerçevede henüz sonuçlanmamış ayrılık noktalarının da, gerçekçilik ve makuliyet ölçüleri içinde kalınarak uzlaştırılması gerektiğini kaydeden Akıncı, “Bu noktaya ulaşabilirsek, son söz elbette referandumda her iki topluma ait olacaktır. Ancak henüz o noktada değiliz. Her iki toplumun ve özellikle örgütlü kesimlerinin de desteğiyle bu sonuca ulaşabiliriz. Haksız geçici çıkarlar yerine, her iki toplumun uzun vadeli gerçek yararlarını gözetecek bir anlayış içinde hareket etmek gelecek kuşaklara karşı borcumuzdur” ifadelerine yer verdi.
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın açıklaması şöyle:
“1. Kıbrıs müzakere sürecinde uzun yıllar sonrasında çok önemli bir noktaya varmış bulunuyoruz. Gündemi oluşturan çeşitli başlıklarda sağlanan ilerlemelerden sonra toprakta harita ve hemen sonrasında güvenlik ve garanti konularının ele alındığı 5’li konferans aşamasına ulaşılmıştır. Kuşkusuz hala bazı önemli konular uzlaşma beklemektedir, ancak bunca yıldan sonra ilk kez 5’li konferansın toplanabilmesi başlı başına önemli bir gelişmedir. Bu noktadan sonra henüz sonuçlanmayan konuların paralel biçimde ele alınarak dengeli bir sonuca götürülmesi için zamandan çok politik isteklilik ve siyasi iradeye ihtiyaç vardır. 5’li konferansın toplanma aşamasına varan süreçte Kıbrıs Türk tarafı olarak çok olumlu katkılarda bulunduk. Yaratılmasına ciddi emek verdiğimiz müzakere sürecindeki ivmenin yitirilmeden, konferansın tüm katılımcılarının çözüm için kararlı desteklerini sürdürmeleri zorunludur.
2. Sürecin 5’li konferans aşamasına kadar gelmesinden çözüm isteyen halkımız ne kadar memnunsa, çözümsüzlüğü kendi bencil çıkarlarına uygun görenler de o kadar tedirgin olmuşlardır. Bu olumsuzlukları Kıbrıs’ın her iki tarafında da görmekteyiz. Güney Kıbrıs’ta, iki kesimli bir federasyonu prensip olarak kabul etmeyen ve Rum toplumunun yönetiminde üniter bir devlette Kıbrıslı Türkler’e azınlık statüsü vermek isteyenler, siyasi eşitliğin olacağı bir sonuca doğru gidilmesinden rahatsızdırlar. Aynı şekilde KKTC’de yıllarca “çözümsüzlük çözümdür” sloganı ile siyaset yapanlar da attığımız adımların nihai çözüme varma potansiyelinden endişe etmeye başlamışlardır. Beni hatalı bulan 3. Cumhurbaşkanı Sayın Eroğlu başbakanlığı sırasında bir yandan Meclis’te 29+’yı kabul etmiş, sonrasında da “bir karış vermeyiz” diye köy köy dolaşarak halkına karşı samimi davranmamıştır. Şimdiki Başbakan Sayın Özgürgün ise bir santimetrekare toprak vermeyeceğini ama çözümü de istediğini söylemektedir. O da bizim stratejik hata yaptığımızı savunmaktadır. Ama bir karış veya bir santimetrekare toprak verilmeden federal çözüme nasıl ulaşılacağını söyleyememektedirler. Çünkü bu mantıkla varılacak yer yıllardır vardıkları yerdir. Yani çözümsüzlüktür, statükonun devamıdır. Halbuki her ikisinin de onayladığı 11 Şubat 2014 tarihli mutabakat metninin birinci maddesi “statüko sürdürülemez” demektedir.
3. Halkımıza gerçekleri söyleyeceğimi ilk günden beri ifade ettim. Toprak konusunda da bu çizgimden ayrılacak değilim. Kıbrıs’ta çözüm ancak, Rum tarafının 1963’ten beri bizi mahrum bıraktıkları siyasi eşitliğimizin federal bir çerçevede bize iade edilmesi ve bizim de, 1974’ten beri savaşın sonucunda onların mahrum kaldığı toprakların bir kısmını onlara iade etmemizle gerçekleşebilir. Gobi’den Cuellar’a; Annan’dan günümüze kadar tüm haritalar Kıbrıs Türk tarafına %29 civarında bir toprak kalacağını öngörmektedir. Bu son süreçte de eğer çözüme ulaşmak mümkün olacaksa sonuç bu şekilde olacaktır. Eğer tüm konularda uzlaşıp referandum aşamasına ulaşılabilirsek, halkımız kalıcı olarak “bizimdir” diyemeyeceği ve yasallığı sürekli AHİM’de sorgulanan ama yüzdeliği birkaç puan daha fazla olan bir toprakta mı, yoksa uluslararası hukuk içinde, gelecek belirsizliğinden kurtulmuş bir yerde mi yaşamak istediğine kendi karar verecektir.
Burada önemli olan, çözüme ulaşabilirsek insanlarımızın mümkün olduğunca az sayıda yer değiştirmek zorunda kalmalarıdır. Zorunlu olarak yer değiştirmek durumunda olacakların ise yeni bir eve ve iş imkanlarına kavuşturulmalarıdır. Bu olmadan zaten hiç kimse yerinden ayrılmayacaktır.
4. Attığımız her adımda iki şeye karşı sorumluluğumu bir an için olsun aklımdan çıkarmıyorum: Vicdanıma ve halkıma karşı sorumluyum.
İyi niyetle söylenen ve yazılanları elbette değerlendiririm. Bu yönde katkı koyanlara da teşekkürlerimi iletirim. Ancak yıllar içinde edindiğim tecrübe, benim için de öğretici olmuştur ve bazı tutum ve davranışların ardındaki gerçek niyetleri anlamamı kolaylaştırmıştır.
Kıbrıs’ta kararlı duruşlara ihtiyaç duyulan son safhaya ulaştık. Tüm ilgili tarafların olumlu katkılarıyla eşitlik, özgürlük ve güvenlik içinde yaşanacak bir ada yaratmak mümkündür. Bu çerçevede henüz sonuçlanmamış ayrılık noktalarının da, gerçekçilik ve makuliyet ölçüleri içinde kalınarak uzlaştırılması gerekmektedir. Bu noktaya ulaşabilirsek, son söz elbette referandumda her iki topluma ait olacaktır. Ancak henüz o noktada değiliz. Her iki toplumun ve özellikle örgütlü kesimlerinin de desteğiyle bu sonuca ulaşabiliriz. Haksız geçici çıkarlar yerine, her iki toplumun uzun vadeli gerçek yararlarını gözetecek bir anlayış içinde hareket etmek, gelecek kuşaklara karşı borcumuzdur.”