Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, “Amerika Birleşik Devletleri’nin, İran ile nükleer anlaşmasından tek taraflı olarak çekilmesi ile ortaya çıkan bir durum var. Bizim pozisyonumuz, dün yaptığımız açıklamalarda da ifade ettiğimiz gibi, bu anlaşmanın devam etmesinden yana. ABD’nin tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesi endişe vericidir. Bu, bölgede yeni istikrarsızlıklara, gerilimlere ve çatışmalara yol açma riskini taşımaktadır” dedi.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde bir basın toplantısı düzenledi. Gündemdeki gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulunan Kalın, basın mensuplarının sorularını da cevapladı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, kamuoyu ile canlı olarak da paylaşılan toplantıda şunları söyledi:
“Hepinize iyi günler diliyorum, basın toplantısına hoş geldiniz. Gündemdeki birkaç konuyu sizinle paylaşmak istiyorum, daha sonra sorularınızı alacağım.
Bildiğiniz gibi 24 Haziran'da yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri ile ilgili süreç ilerliyor. Bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanımızın 6 Mayıs günü İstanbul İl Kongresi'nde manifestosunu açıklamasıyla bu süreç yeni bir aşamaya girdi. Bu manifestoyu da sizler de geniş bir şekilde ele aldınız, onunla ilgili sorularınız olursa daha detaylı cevaplamak isterim. Özellikle şunun altını çizeyim, manifesto aslında çok geniş kapsamlı, Türkiye'nin bugüne kadar geldiği noktayı ve bundan sonraki hedeflerini hülasa eden çok kapsamlı bir metindi ve Cumhurbaşkanımız da büyük bir kitleye büyük bir coşku ile bu manifestoyu ve vizyonunu ortaya koydu. Tabii uzun bir metin, bunun üç ayağı olduğunu ifade edebiliriz.
“CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÛMET SİSTEMİ İLE ÇİFT BAŞLILIK ORTADAN KALKACAK”
Sayın Cumhurbaşkanımızın direktifleriyle hazırlanan bu manifestonunum birinci ayağını ‘vizyon’ oluşturuyordu. ‘Büyük ve güçlü Türkiye’ vizyonu orada çok etkili bir şekilde ortaya kondu. Bu zaten yaklaşık 16 yıldır AK Parti iktidarlarının, Cumhurbaşkanımızın önce Başbakan daha sonra da Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye’ye hedef olarak ortaya koyduğu büyük ideali ifade etmektedir.
İkinci olarak Sayın Cumhurbaşkanımız, manifestosunda bir sistem tanımı yaptı. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi'nin, nasıl bir yapıya Türkiye'yi kavuşturacağına dair detaylı izahatları oldu. Burada da üç ana başlığın öne çıktığını ifade edebilirim. Birincisi 'güçlü yasama', yani Meclisin tamamen artık yasa yapmaya ve hükûmeti denetlemeye odaklanması. İkincisi 'etkin yönetim.' Böylece bu yeni sistemle çift başlılık, bürokratik oligarşi, kararların sürüncemede bırakılması gibi ihtimaller tamamen ortadan kaldırılacak ve etkin bir şekilde alınan kararlar uygulanacak.
Üçüncü olarak da 'tam bağımsız ve tarafsız yargı.' Zaten bir demokratik sistemin üç ayağını oluşturan yasama, yürütme ve yargıyla ilgili bu sistem de sağlam bir şekilde 24 Haziran'da oylanacak, ondan sonra da hayata geçirilerek, Türkiye'nin bu büyük ve güçlü ülke olma vizyonuna hizmet edecek hâle gelecek.
Bir üçüncü ayağı da ‘duygu’ boyutu, çünkü hiçbir sistem sadece kâğıt üstünde yazılarak, hayata geçirilmez. Bunu hayata geçirecek insanların, toplumun, toplumun paydaşlarının bu fikri, vizyonu, ideali sahiplenmesi son derece önemli. Bu çerçevede de Sayın Cumhurbaşkanımız bir duygu boyutunu da güçlü bir şekilde ortaya koydular ve bunu da üç kelimeyle ya da üç kavramla ifade ettiler; erdem, irade ve cesaret. Zira bu üçü olmadan bu sistemi hayata geçirmek mümkün değil ve Türkiye bu değerlerle şahlanacak.
“DEMOKRATİK KURALLAR ÇERÇEVESİNDE BİR SEÇİM KAMPANYASI YAPILMALI”
Tabii kampanya süreci de bu vesileyle aslında başlamış oldu. Her ne kadar adayların resmiyet kazanmasına henüz birkaç gün daha varsa da, bugün itibariyle muhalefetin adayları da ortaya çıktı. Dolayısıyla biz 24 Haziran’a kadar demokratik kurallar çerçevesinde karşılıklı saygı ilkeleri esas alınarak coşkulu, saygılı bir seçim kampanyasının yapılmasını arzu ediyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanımızın kampanya programı da bu çerçevede hazırlanmış bulunuyor. Önümüzdeki günlerde programın detayları netleştikçe bunları sizinle paylaşacağız. Bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanımızın il ziyaretleri elbette olacak, mitingler olacak. Gerçi kendisi şunu da söyleyeyim, yaklaşık üç, üç buçuk aydır sahada biliyorsunuz. 50 küsur ilimize ziyaretlerde bulunarak buralardaki kongreleri gerçekleştirdi. Zaten zeminin bir anlamda hazır olduğunu ifade edebiliriz. Fakat 30 kadar büyük il ve şehirde yine miting yapılması, toplantı yapılması planlanıyor. Tabii bunun dışında Adalet ve Kalkınma Partisi olarak da programlar yapılacak. Yerelde, ilçelerde, illerde, bölgelerde kapsamlı çalışmalar, seçim çalışmaları da yapılacak.
Ben yine bu vesileyle bu seçim kampanyasının bu demokratik olgunluk içerisinde yapılması temennimizi ifade etmek istiyorum. 24 Haziran günü milletimiz kendisine sunulan alternatifler içerisinden en doğrusunu mutlaka seçecektir. Bununla ilgili dediğim gibi; başka sorularınız olursa onları da memnuniyetle yanıtlamak isterim.
İkinci olarak, ekonomiyle ilgili birkaç konuyu sizinle paylaşmak istiyorum. Bildiğiniz gibi; biraz sonra burada, Külliyede Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında da bir Ekonomi Koordinasyon Toplantısı yapılacak. Hem ithalat-ihracat dengesi, hem istihdam, hem sanayi yatırımları, yabancı sermaye ve diğer alanlarla ilgili konular burada etraflı bir şekilde ele alınacak.
“2018’İN İLK ÇEYREĞİ VERİLERİ, EKONOMİMİZİN GÜÇLÜ BİR PERFORMANSLA DEVAM EDECEĞİNİ GÖSTERMEKTE”
Bildiğiniz gibi; 2017 yılında Türk ekonomisi çok güçlü bir performans sergiledi. 2018’nin ilk çeyreğine ilişkin veriler de bu performansın aynı güçle devam edeceğini teyit etmektedir. Örneğin istihdam noktasında da şu anda ulaştığımız bir yıllık süre zarfında, geçen yıldan bugüne ulaşılan istihdam sayısı da bir milyon 357 bine varmış durumda. Bu da, özellikle çevremizdeki diğer ekonomilerle kıyasladığınızda çok ciddi bir başarı olarak not edilmelidir.
Yine birkaç hafta önce Nisan ayında Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde, burada Cumhurbaşkanlığının verdiği himaye çerçevesinde hayata geçirilen 23 büyük proje, gerek istihdam, gerekse yatırım noktasında ekonomimize yeni bir ivme kazandıracaktır.
Bir diğer önemli ekonomi başlığımız bildiğiniz gibi turizm. Bu geçtiğimiz yıldan beri devam eden çok pozitif bir ivme var. Bunun 2018’de de devam edeceğini bekliyoruz, öngörüyoruz. Bu yıl itibariyle de Sayın Cumhurbaşkanımızın tahmini ve koyduğu bir hedef olarak da toplam Türkiye’ye gelen turist sayısının 40 milyona ulaşması bekleniyor. Bu tabii turizm sektörüyle beraber birçok başka sektörün de bundan istifade etmesi ve yeni bir canlılık kazanması anlamına geliyor.
“MALİ DİSİPLİNE DAYALI EKONOMİ POLİTİKALARI AYNEN DEVAM EDECEK”
Tabii dövizle ilgili konu birkaç haftadır gündemimizde. Bunun özellikle küresel dalgalanmalarla, küresel hareketliliklerle ilgili olduğunu da tekrar ifade etmekte fayda var. Dün Amerikan Başkanı Donald Trump’ın tek taraflı olarak İran nükleer anlaşmasından çekilmesi de tabii piyasalara bu manada bir etki yaptı, petrol fiyatı bildiğiniz gibi yükseldi. Dolayısıyla bu ekosistem içerisinde birbirini etkileyen birçok dinamik var. Fakat bu noktada kısa ve net bir mesaj vermek gerekirse; hükûmetimizin, Cumhurbaşkanımızın başkanlığında uzun yıllardır sürdürdüğü mali disipline dayalı ekonomi politikaları aynen devam edecek, yani bir seçim ekonomisi vesaire söz konusu değil. Zaten büyük yatırımlar, yani bu TANAP’tır, üçüncü havalimanıdır, Çanakkale Köprüsü’dür, Kanal İstanbul’dur, bunun gibi birçok büyük proje seçim kampanyasından ve sürecinden bağımsız olarak zaten tam hızla, tam kapasiteyle devam etmektedir. Bugün yapılacak toplantıda da tabii bu konular, faiz meselesi, enflasyon, cari açık, istihdam ve diğer konular da etraflı bir şekilde ele alınacaktır.
Bu manada 2018, Türk ekonomisi açısından da asla bir kayıp yıl değildir. Aslında seçimlerin erkene alınmasının böyle bir faydası da oldu. Öbür türlü 2018 işte seçim tahminleri, hazırlıkları vesaireyle geçecekti. Erkene alınmasının piyasalara böyle bir olumlu katkısı da oldu. Bunu da özellikle ifade etmek istiyorum.
“TERÖR ÖRGÜTLERİNE KARŞI MÜCADELEMİZ KARARLILIKLA SÜRECEK”
Bir diğer önemli başlığımız arkadaşlar, terörle mücadele. Bu konuda bildiğiniz gibi özellikle son yıllarda çok etkin bir mücadele vermekteyiz. İç tehditler, dış tehditler, bölgeden kaynaklanan tehditler, PKK, YPG, PYD gibi terör örgütleri, DEAŞ, El Kaide gibi terör örgütleri, FETÖ gibi terör örgütlerine karşı, DHKP-C gibi terör örgütlerine karşı da bizim mücadelemiz kararlılıkla devam ediyor. Bundan da sonra da devam edecek.
Yine bu çerçevede bildiğiniz gibi başlattığımız Zeytin Dalı Harekâtı, Afrin bölgesinde güven ve istikrarı büyük ölçüde tamamlamış durumda. Şu anda oradan ülkemize yönelik tehditler tamamen bertaraf edilmiş durumda. Fakat biz tabii her zaman olduğu gibi teyakkuz hâlindeyiz. Güvenlik birimlerimiz, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, polis teşkilatımız, Millî İstihbarat Teşkilatımız, jandarmamız, korucularımız ülkemizin iç ve dış güvenliği için çalışmalarını yoğun bir şekilde devam ettirmekteler.
“TSK, İDLİB’DE 12 GÖZLEM NOKTASI İNŞA EDİYOR”
Yine bildiğiniz gibi; İdlib bölgesinde potansiyel bir risk alanı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri 12 tane gözlem noktası inşa ediyor. Bugün itibarıyla onuncusu da kurulmuş durumda. Bu özellikle İdlib’e sıkışmış olan 2,5 milyondan fazla insanın güvenliği açısından da önem arz ediyor, bizim sınır güvenliğimiz açısından da ehemmiyet arz ediyor. Bu konuda da çalışmalar yoğun bir şekilde ilgili birimlerimiz tarafından devam ettiriliyor. Bundan sonra da terörle mücadele en etkin bir şekilde devam ettirilecek.
Dış politikayla ilgili birkaç konuya değinmek istiyorum. Dış politikadaki hareketliliğimiz, dinamizmimiz aynen devam ediyor. Siz de takip ettiniz, geçtiğimiz özellikle iki üç hafta içerisinde çok yoğun bir dış politika trafiğimiz oldu.
Öncelikle Azerbaycan seçimlerinden sonra Sayın İlham Aliyev ilk yurt dışı ziyaretini 24-25 Nisan tarihlerinde ülkemize yaptı. Bu iki ülkenin kadim kardeşliğinin, dostluğunun, tarihî, kültürel, dini bağlarının ve siyasi müttefikliğinin en güzel göstergesi olarak kayıtlara geçti.
Ardından bildiğiniz gibi; bizim 29 Nisan-3 Mayıs tarihlerini kapsayan ya da 4 Mayıs dönüş tarihimizi esas alırsanız, tarihlerini kapsayan bir Özbekistan, Güney Kore ziyaretimiz oldu.
“TÜRK DÜNYASIYLA İLİŞKİLERİMİZİN GÜÇLENDİRİLMESİ NOKTASINDA ÖZBEKİSTAN ZİYARETİ ÖNEMLİ”
Özellikle Özbekistan ayağının çok önem arz ettiğini ifade etmek istiyorum. Türk dünyasıyla ilişkilerimizin her düzeyde güçlendirilmesi noktasında Cumhurbaşkanımızın tam bir iradesi var. Bunun özellikle Özbekistan’daki yeni yönetimle hayata geçiriliyor olmasından da büyük bir memnuniyet duyuyoruz.
Bu ziyarette bildiğiniz gibi; 25 anlaşma imzalandı her alanda, ulaştırmadan enerjiye, diplomasiden eğitime. Ve Türk iş adamları orada artık daha rahat bir iş ortamında çalışabilecekler. Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Şevket Mirziyoyev bunu Taşkent’te yapılan iş forumunda çok açık ve net bir şekilde ve güçlü bir şekilde ifade etti.
Oradan bildiğiniz gibi; Güney Kore’ye bir ziyaretimiz oldu. Özellikle Kuzey-Güney yakınlaşmasının hemen ardından Güney Kore’ye gerçekleştirilen ilk yurt dışı ziyaret olması hasebiyle de bu ziyaretin özellikle zamanlamasının çok anlamlı olduğunu ifade etmek isteriz. Nitekim Güney Kore makamları da bundan büyük bir memnuniyet duyduklarını ifade ettiler.
“KORE YARIMADASI’NDAKİ NÜKLEER SİLAHSIZLANMA PROGRAMINI DESTEKLİYORUZ”
Bu vesileyle şunu da kayda geçirmek isterim: Kuzey-Güney yakınlaşmasını Türkiye tam olarak desteklemektedir. Ve Kore Yarımadası’nda nükleer silahsızlanma programını da tam olarak desteklediğimizi ifade etmek isterim. Nitekim bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızın Güney Kore Cumhurbaşkanıyla yaptığı görüşmede de, bize düşen bir şey olursa, herhangi bir katkı söz konusu olursa buna hazır olduğumuzu ifade ettiler. Ve Cumhurbaşkanımızın da bu Güney-Kuzey yakınlaşmasıyla ilgili diplomatik girişimleri bundan sonra da devam edecek.
Gene iki gün önce bildiğiniz gibi Sırbistan Cumhurbaşkanının ülkemize bir ziyareti oldu. Bu da bizim bu 360 derece dış politika perspektifimizin aslında güzel örneklerinden birisi. Yani bir tarafta Azerbaycan bize geliyor, biz Özbekistan’a, Güney Kore’ye gidiyoruz, Sırbistan geliyor. Yakınlarda biliyorsunuz bu hafta sonu bir İngiltere seyahati olacak Cumhurbaşkanımızın. Ardından ayın 20’sinde bir Bosna Hersek ziyareti olacak. Yani dolayısıyla Türkiye böyle tek boyutlu, tek kutuplu dış politika izliyor. ‘Şu eksenden, bu eksenden uzaklaşıyor’ gibi eleştirilerin bir gerçekliğinin olmadığını da teyit etmesi açısından önemli.
“SIRBİSTAN CUMHURBAŞKANININ ZİYARETİ, BALKANLAR’DA İSTİKRARIN TESİSİ ANLAMINDA ÖNEMLİ BİR DÖNÜM NOKTASI”
Sırbistan Cumhurbaşkanının ziyareti de ikili ilişkilerimizin gelişmesi anlamında da, Balkanlar’da güven ve istikrarın tesisi anlamında da çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Özellikle Belgrad-Saraybosna karayolunun ki bunu Cumhurbaşkanımız ‘Balkanlar Barış Yolu’ olarak ifade ettiler, hayata geçirilmesi noktasında da çalışmalar yoğun bir şekilde devam ediyor. Bunun da önümüzdeki yıllarda somut neticelerini, semerelerini hep birlikte göreceğiz.
“ABD’NİN ANLAŞMADAN ÇEKİLMESİ, GERİLİM VE ÇATIŞMALARA YOL AÇMA RİSKİNİ TAŞIMAKTA”
Bir diğer önemli konu dış politikada, bildiğiniz gibi dün Amerika Birleşik Devletleri’nin İran nükleer anlaşmasından tek taraflı çekilmesiyle ortaya çıkan bir durum var. Bizim pozisyonumuz, dün yaptığımız açıklamalarda da ifade ettiğimiz gibi, bu anlaşmanın devam etmesinden yana. Amerika Birleşik Devletleri’nin tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesi endişe vericidir. Bu, bölgede yeni istikrarsızlıklara, gerilimlere ve çatışmalara yol açma riskini taşımaktadır. Uzun müzakereler sonunda, diplomatik girişimler neticesinde varılmış bir anlaşmanın tek taraflı olarak kaldırılması ya da iptal edilmesi, elbette Amerika Birleşik Devletleri’nin güvenilirliğini de sarsmaktadır. Bu konuda biz diğer, çok taraflı bir anlaşma olduğu için diğer ülkelerle birlikte bu anlaşmanın aynen devam etmesi tarafındayız. Nitekim dün de çeşitli Avrupa ülkelerinin bu konuda ortak açıklamaları oldu.
“BÖLGEDE HİÇBİR ÜLKENİN NÜKLEER SİLAHA SAHİP OLMASINI İSTEMİYORUZ”
Şunun da altını çizeyim: Biz bölgede hiçbir ülkenin nükleer silaha sahip olmasını istemiyoruz. Bölgemizin tamamen sahibi kim olursa olsun bütün nükleer silahlardan arındırılması bizim öncelikli hedefimizdir. Buna bölgede nükleer silah sahibi olduğu bilinen ülke ya da ülkeler de dâhildir. Dolayısıyla bu konuyla ilgili bizim de temaslarımız, girişimlerimiz devam edecek, konuyu yakından takip edeceğiz.
Son olarak bir konuya değinmek istiyorum. Dün Sayın Cumhurbaşkanımızın da gündeme getirdiği bu Fransa’da yayınlanan bildiriyle ilgili, direk ona girmeyeceğim ama ilgili bir başka konuya değineceğim.
Almanya İçişleri Bakanının geçenlerde yaptığı bir resmi açıklamaya göre, 2017 suç istatistik raporunda, geçtiğimiz yıl, 2017 yılında İslam karşıtı nefret suçlarının sayısında çok ciddi bir artış tespit edilmiş durumda. Geçen yıl sadece Almanya’da 1075 İslam karşıtı nefret suçu işlendi. Şimdi bu tabii kayıtlara giren, rapor edilen, resmi olarak elimizde veri hâline gelen saldırılar. Muhtemelen bunların dışında daha başka saldırılar da var.
“ANTİSEMİTİZMİN KAYNAĞI, AVRUPA’DA YÜKSELİŞE GEÇEN AŞIRI SAĞ VE IRKÇI SÖYLEMLERDİR”
Şimdi aynı şekilde İslam karşıtı saldırılara paralel olarak antisemitik saldırıların da, nefret suçlarının da artış gösterdiğini görüyoruz. Gene aynı rapora göre 2017 yılında Almanya’da 1507 antisemitik suç işlenmiş. Saldırı ve benzeri hadiselerin yaşandığını görüyoruz; yani yüzde 2,5’luk bir artış.
Şimdi bütün bunları topladığımızda bizim mesajımız çok açık ve net: Antisemitizmin kaynağı ne İslam’dır, ne Müslümanlardır. Avrupa’da yükselişe geçen aşırı sağ hareketlerdir, ırkçı söylemlerdir, nefret söylemleridir ve bu gruplardır. Dolayısıyla bazı Avrupalılar kutsal kitabımıza ilişkin kendilerince birtakım çağrılarda, taleplerde ya da tasarruflarda bulunmak yerine, öncelikle Avrupa’da yükselişe geçen bu aşırı sağın nereye gideceğine dair birtakım tedbirler almalıdırlar. Bizim kitabımızla uğraşmak yerine, aşırı sağın yükselişini önlemek için çaba sarf etmelidirler. Çünkü antisemitizm gibi ırkçı nefret söylemlerinin, İslam karşıtı ırkçı nefret söylemlerinin kökeni ne Müslümanlardır, ne de kutsal dinimizin kitabıdır. Bu Avrupa’da yaşanan, yükselişe geçen aşırı sağcı ırkçı nefret söylemleridir. Bunun da özellikle kayda geçirilmesinin önem arz ettiğini ifade etmek istiyorum.”