Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamada, “Balkanlardan Kafkaslara, Karadeniz’den Akdeniz’in doğu kıyılarına kadar dört bir yanımızda yaşanan her hadise, bizi doğrudan ilgilendirir. Karabağ’ın gönlümüzdeki yeriyle Gazze’nin gönlümüzdeki yeri aynıdır. Tıpkı Bosna’yla Halep’i, Trablus’la Belh’i, Selanik’le Musul’u ayırt etmediğimiz gibi, kendi kadim şehirlerimizle Kudüs’ü de aynı görüyoruz” dedi.
Toplantıda ele alınan konulara ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: “Öncelikle Cumartesi gecesi Berlin Olimpiyat Stadı’nda oynanan Euro 2024 hazırlık maçında Almanya karşısında tarihî bir galibiyete imza atan A Millî Futbol Takımımızı canıgönülden tebrik ediyorum.
Millîlerimiz deplasmanda 72 yıl sonra gelen 3-2’lik skorla hepimize hem büyük bir sevinç hem de oynadıkları oyunun güzelliğiyle tarifsiz bir gurur yaşattılar. Gurbetçi kardeşlerimizin coşkuyla Millî Takımımızın yanında yer almaları da bizim için ayrıca anlamlıydı. Berlin Olimpiyat Stadı’nı âdeta bayram yerine çeviren tüm gurbetçilerimize buradan şükranlarımı sunuyorum. Millîlerimizin inşallah bu başarı çıtasını daha da yukarıya taşıyarak 2024 Avrupa Şampiyonası’nda bizlere yeni zaferler tattıracaklarına inanıyorum.
“TÜRKİYE YÜZYILI’NIN İNŞASI İÇİN VERDİĞİMİZ MÜCADELEYİ KARARLI BİR ŞEKİLDE SÜRDÜRÜYORUZ”
Türkiye Yüzyılı’nın inşası için verdiğimiz mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürüyoruz. Son Kabine Toplantımızdan bu yana içeride ve dışarıda birçok etkinliğe, zirveye, görüşmeye, açılış törenine iştirak ettik. Kazakistan’ın ev sahipliğinde Türk Devri temasıyla Astana’da düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı’nın 10. Zirvesi’nde Türk dünyası olarak birliğimizi, beraberliğimizi, dayanışmamızı bir kez daha perçinledik. Teşkilatımızın hem üye sayısı hem iş birliği alanı hem de kurumsallaşma açısından katettiği mesafeden memnuniyet duyuyoruz. Merhum Gaspıralı İsmail Bey’in 1,5 asır evvel hayalini kurduğu, dilde, fikirde işte birlik idealine adım adım yaklaşıyoruz.
Macaristan’ın ardından geçen sene Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin anayasal ismiyle Teşkilat’a gözlemci üye olması tarihî bir adımdı. Böylece Kıbrıs Türk’ü kardeşlerimize uygulanan tecridin kırılması yanında, Türk dünyasının Kıbrıs halkına olan desteğini de ortaya koymuştuk.
Bu vesileyle, geçen hafta 40. kuruluş yıl dönümünü gururla kutlayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki kardeşlerimizin 15 Kasım Cumhuriyet Bayramı’nı tekrar tebrik ediyorum. Ömrünü Kıbrıs davasına vakfeden Doktor Fazıl Küçük’ü, Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı bir kez daha rahmetle yâd ediyorum.
Enerjiden güvenliğe, savunmadan altyapı yatırımlarına kadar her alanda attığımız adımlarla ana vatanla yavru vatan arasındaki ekonomik, ticari ve beşeri bağların daha da kuvvetlenmesini sağlıyoruz. Son olarak 4 ay önce 20 Temmuz Barış ve Özürlük Bayramı’nda Ercan Havalimanı’nın yeni terminal binası ve pistinin açılışını gerçekleştirdik. İnşallah çok daha fazlasını başaracağız. Zaman, verdiği sözlerin hilafına davranarak Kıbrıs Türklerini cezalandıran Avrupa Birliği’nin ne kadar büyük bir yanlış yaptığını ispat edecektir.
Maruz kaldığımız onca haksızlığa rağmen adil ve kalıcı çözüm irademizi muhafaza ediyoruz. Bunun yolunun da Kıbrıs Türklerinin eşit egemenliğinin ve eşit uluslararası statüsünün teyit edilmesinden geçtiği kanaatindeyiz.
“ERMENİ HALKI VE YÖNETİCİLERİNİN GÜVENLİĞİ BİNLERCE KİLOMETRE ÖTEDE DEĞİL, KOMŞULARIYLA BARIŞTA ARAMALARI DAHA DOĞRU OLACAKTIR”
Tabi burada bir hususu ifade etmekte fayda görüyorum: Kıbrıs Türk’ünü ambargolarla haklı davalarından döndürmeye çalışanların Kafkasya’da yeni oyunlar peşinde koştuğuna şahit oluyoruz. Kimi Batılı güçler Karabağ Savaşı ile birlikte bölgemizde artık yepyeni bir dönemin başladığını hâlen idrak edemiyor. Ermenistan’ı yıllarca kışkırtarak bu coğrafyada yaşayan tüm insanların acıları, sıkıntıları ve kavgaları üzerinden kendilerine rant devşirenler, aslında en büyük zararı Ermenilere verdiler. Gerçekleşmesi mümkün olmayan ham hayalleri körükleyerek Ermenileri istismar ettiler, kullandılar, güvensizliğe mahkûm ettiler. Bu gerçeği artık Ermenistan’ın da görmesi ve kabullenmesi gerekiyor. Ermeni halkı ve yöneticilerinin güvenliği binlerce kilometre ötede değil, komşularıyla barışta ve iş birliğinde aramaları daha doğru olacaktır.
Batılı ülkeler tarafından gönderilen hiçbir silah ve mühimmat kalıcı barış ortamının sağlayacağı huzurun yerini tutamaz. Ermenilerin 30 yıl sonra ortaya çıkan barış fırsatını yine farklı hülyalara kapılarak boşa harcamamaları en büyük temennimizdir. Buradan bir kez daha Ermenistan’a Azerbaycanlı kardeşlerimizin uzattığı barış elini tutması çağrısında bulunuyorum. Türkiye olarak bizim de Azerbaycan’la iş birliği içinde sürecin başarısı için gerekli adımları atmaya hazır olduğumuzu tekrar ifade ediyorum.
“OTOMOTİV SEKTÖRÜMÜZ TÜRK EKONOMİSİNİN LOKOMOTİFİ OLMAYI SÜRDÜRÜYOR”
Kazakistan dönüşü açılışını yaptığımız Ford Otosan Yeniköy Fabrikası toplam 3 bin 500 kişiye istihdam kapısı olan önemli bir yatırımdır. Orada bir kez daha gördük ki, otomotiv sektörümüz Türk ekonomisinin lokomotifi olmayı sürdürüyor. Geçtiğimiz yıl 9 milyar doların üzerinde dış ticaret fazlası verdiğimiz bu sektörde dünyanın 13. en büyük otomotiv üreticisi konumundayız. Ancak, Türkiye dünyanın sayılı otomotiv ihracatçılarından biri olmasına rağmen maalesef uzun yıllar kendi yerli ve millî markasına sahip değildi. TOGG’un üretimi ve satışa başlamasıyla yeni gelişen elektrikli araçlar alanında kendi markamızla küresel rekabetteki yerimizi aldık. Her aşamasını yakından takip ettiğim bu projenin hayata geçmesiyle, Türk araba yapamaz diyenleri, fabrikada üretim bandı yok diyenleri, bu araç satılmaz, vatandaş bunu almaz diyenleri, yani bundan 60 yıl önce Devrim Otomobili projesini garaja mahkûm eden zihniyetin günümüzdeki uzantılarını hüsrana uğrattık. Birilerinin müstehzi bir edayla bunun fabrikası nerede diyerek aklınca dalga geçtiği TOGG, şimdiye kadar 12 bine yakın teslimat yaptı. Üretim bandından inen ve teslim edilen araç sayısı günden güne artırıyor. Geçen yıl dünyada 14 milyon elektrikli araç satıldığı düşünüldüğünde, bu yarışa nasıl isabetli bir zamanda dâhil olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır.
Kocaeli’nden baba ocağımız Rize’ye geçtik, Rize’de bakanlıklarımız ve belediyelerimizin tamamladığı toplam yatırım bedeli 2 milyar 886 milyon lira olan eser, proje ve hizmetlerin resmî açılışını gerçekleştirdik. Bölgemiz turizmine ve ulaşımına çok büyük katkı yapacak 36,7 kilometre uzunluğundaki Ayder yolunun temelini de bu vesileyle attık.
Gerek hizmete verdiğimiz gerekse temelini attığımız tüm bu yatırımların Rize’ye ve Karadeniz bölgemize hayırlı olmasını diliyorum.
Ekonomik İş Birliği Teşkilatı’nın 8-9 Kasım tarihlerindeki 16. Zirvesi vesilesiyle gittiğimiz Taşkent’te Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Mirziyoyev’in yanı sıra katılımcı ülkelerin liderleriyle bir araya geldik. İran ve Pakistan’la birlikte 1992 yılında kurduğumuz Ekonomik İş Birliği Teşkilatı’nın kurumsal kapasitesini güçlendirmeye devam edeceğiz.
Vefatının 85. sene-i devriyesi olan 10 Kasım’da hem Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal’i hem de kahraman silah arkadaşlarını bir kez daha saygıyla yâd ettik. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumumuzun anma toplantısında ülkemizin geçmişten bugüne serencamını ve Cumhuriyet dönemini değerlendirme imkânı bulduk.
“MİLLÎ AĞAÇLANDIRMA GÜNÜ’NDE TÜRKİYE’NİN 2023 FARKLI NOKTASINDA 5 MİLYON FİDANI TOPRAKLA BULUŞTURDUK”
Her yıl Millî Ağaçlandırma Günü olarak kutladığımız 11 Kasım’ı bu sene de ülkemiz genelinde bir ağaçlandırma seferberliğine dönüştürdük. Millî Ağaçlandırma Günü’nde Türkiye’nin 2023 farklı noktasında 5 milyon fidanı toprakla buluşturduk. Ayrıca, her ilimizde 100. yıl Cumhuriyet ormanlarının kuruluşunu gerçekleştirdik. Bu tablo küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin tüm insanlığın bekasını tehdit eder boyutlara ulaştığı bir dönemde ayrıca anlamlıdır. Önümüzdeki dönemde havanın, suyun, toprağın, ağacın ve varisi olduğumuz bütün güzelliklerin korunması için daha çok çalışacağız.
Türkiye Yüzyılı’na nefes sloganıyla yürüttüğümüz bu çalışmalara destek veren herkese, milletimin her bir mensubuna teşekkür ediyorum.
“ÜLKEMİZE DÜNYANIN EN GENİŞ KAPSAMLI SOSYAL GÜVENLİK VE SAĞLIK SİSTEMİNİ KAZANDIRDIK”
Ülkemizi yeni bir tasavvur ve yaklaşımla tanıştırdığımız bütün bu alanların başında sosyal devlet olgusu geliyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihten tevarüs ettiği kerim devlet vasfına tam manasıyla ilk kez bizim dönemimizde kavuşmuştur. Kurucu kadronun hayallerini süsleyen, kimsesizlerin kimsesi olan Cumhuriyet özlemi gayretlerimiz neticesinde 21 yılda bir idealden çıkıp hakikate dönüşmüştür.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın düsturuyla ülkemize dünyanın en geniş kapsamlı sosyal güvenlik ve sağlık sistemini kazandırdık. Devletimizin şefkat şemsiyesi dışında hiç kimsenin, hiçbir vatandaşımızın kalmaması için özel çaba harcadık. Garip gurebanın, fakir fukaranın elinden tuttuk. Şehitlerimizin emanetlerine, kahraman gazilerimize sahip çıktık. Engelli kardeşlerimize, bakıma muhtaç yaşlılarımıza, yetim, öksüz çocuklarımıza kucak açtık. Çeşitli destek programlarından evde bakım hizmetlerine, farklı alanlarda yeni düzenlemeleri devreye aldık. Halkçılık maskesi altında yıllardır bu ülkede halk düşmanlığı yapanlar bilmese de hizmetlerimizden faydalanan kardeşlerimiz evinde, iş yerinde, okulunda, hastanesinde her yerde bu gerçekleri bizzat görüyor, yaşıyor.
Diğer alanlar gibi, sosyal devlet uygulamalarında da mevcutla yetinmiyor, kendimizi sürekli geliştiriyoruz. Geçen hafta hizmete sunduğumuz Darülaceze Sosyal Yaşam Şehri bunun en son örneğiydi. Cennet Mekân Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın emaneti, 128 yıllık büyük bir çınar olan Darülacezemizi her açıdan donanımlı, rahat, huzurlu ve güvenli bir sosyal hizmet kompleksine kavuşturduk. İnşaat alanı 146 bin metrekareyi bulan, şimdilik 928 yatak kapasitesine sahip yatay mimari tarzında inşa edilen, 23 bloku, camisi, kilisesi ve havrasıyla gerçekten muhteşem bir eseri ülkemize kazandırdık. Yaşadığımız deprem felaketine rağmen, 1,5 yıl gibi çok kısa sürede inşaatını tamamladığımız Darülaceze Sosyal Yaşam Şehrimizin sakinleri başta olmak üzere milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
“HER DAİM KARDEŞLERİMİZİN YANINDA OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ”
Türkiye olarak sadece sınırlarımız içinde değil, yurt dışında da mazlumun, mağdurun, ezilenlerin, zulme ve baskıya uğrayanların yanındayız. AFAD’ımızla, Kızılay’ımızla, TİKA’mızla dünyanın en zor coğrafyalarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarımızla ihtiyaç sahiplerinin imdadına koşuyoruz. Türkistan’dan Afganistan’a, Balkanlar’dan Afrika’ya kadar nerede gözü yaşlı, gönlü kırık kimse varsa Türkiye’nin şefkat eli ortadadır. Filistin’deki mazlumların acısı nasıl bizim acımızsa, Uygur kardeşlerimizin, Ahıska Türk’ü, Kırım Tatar’ı, Kerkük Türkmen’i kardeşlerimizin sıkıntısı da aynı şekilde bizim sıkıntımızdır. Hiçbir ayrım yapmadan bunların hepsiyle yakından ilgileniyoruz. Her kim Türkiye’yi soydaşların derdine sırtını dönmekle itham ediyorsa çok açık söylüyorum; ya gafildir, ya cahildir ya da yabancı güçler namına çalışan bir beşinci kol elemanıdır. Türkiye’nin soydaş ve akraba topluluklarına yönelik hassasiyeti zirveye bizim dönemimizde çıkmıştır. İnşallah bundan sonra da her daim kardeşlerimizin yanında olmaya devam edeceğiz.
“ŞİMDİYE KADAR GAZZELİ KARDEŞLERİMİZE ULAŞTIRILMAK ÜZERE 11 UÇAK DOLUSU MALZEME İLE BİR SİVİL İNSANİ YARDIM GEMİSİNİ MISIR’A GÖNDERDİK”
İsrail’in 7 Ekim’den beri süren ahlaksız ve alçak saldırıları altında hayatta kalma mücadelesi veren Gazze halkına da bu anlayışla sahip çıkıyoruz. Şimdiye kadar Gazzeli kardeşlerimize ulaştırılmak üzere 11 uçak dolusu malzeme ile bir sivil insani yardım gemisini Mısır’a gönderdik. Böylece Gazzeli kardeşlerimiz için toplam 800 tona varan insani yardım malzemesini bölgeye sevk etmiş olduk. Mısır makamlarıyla iş birliği içerisinde yardım malzemelerinin Refah Sınır Kapısından Gazze’ye ulaştırılmasını sağlıyoruz.
Biliyorsunuz İsrail, suyunu, yakıtını, elektriğini, iletişimini komple keserek Gazze halkını sadece öldürmekle kalmıyor, aynı zamanda taammüden hastaneleri bombalayarak Gazzelilerin direniş azmini de kırmaya çalışıyor. Üstat Sezai Karakoç’un şu mısralarında anlattığı vahşet tablosu, Gazze’de ve işgal edilmiş Filistin topraklarında yaşananlara tercüman olmaktadır, ‘Gülle kusuyor ana rahmi. Bomba parçalıyor beynini bebeğin. Tanklar saldırıyor evlere, bir anda ev yok, tank var. Uçak var, gök yok, utanç var. Ve kime karşı bütün bunlar, masum Müslümanlara karşı.’
Evet, Gazze’de 7 Ekim tarihinden beri kelimenin tam anlamıyla bir vahşet, bin yıl önceki Haçlı işgalinde, 80 yıl önceki İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananları aratmayan bir gaddarlık sergilenmektedir. İsrail yönetimi askeri ve silahlı sivilleriyle 1 atışta 2 ölü diyerek hamile kadınları daha doğmamış bebekleriyle birlikte katletmekle övünen bir cinnet hâli içindedir. Çocukları, daha ağzı süt kokan sabileri, onların anne ve babalarını, yaşlı erkek ve kadınları uçaklarla, tanklarla, toplarla bombalayarak, üzerlerine mermi yağdırarak öldürmenin adı savaş değildir. Bunun adı barbarlıktır, eşkıyalıktır, devlet terörüdür. Netanyahu, İsrail halkı nezdinde tamamen yitirdiği itibarını hastaneleri, okulları, ibadethaneleri bombalayarak yeniden kazanma çabasındadır. Bilhassa hastaneler, İsrail mezaliminin sembolü olmuştur. Gazze’de hizmet veren neredeyse tüm hastaneler, İsrail’in saldırıları sebebiyle ya yıkıldı, ya zarar gördü ya da kullanılamaz hâle geldi.
Gazze’nin en büyük sağlık tesisleri olan el-Ehli Baptist ve Şifa Hastanelerinde yaşanan vahşeti hepimiz takip ettik. Bu hastanelerle ilgili İsrail’in ortaya attığı iddiaların tamamen safsatadan ibaret olduğu anlaşıldı, ama buna rağmen Akif’in ‘tek dişi kalmış canavar’ diye tarif ettiği güya medeni dünya, İsrail’in hastanelere yönelik saldırılarını sessizce seyretti. Hatta savaş hukukunu açık ihlali olan hastane saldırılarına ‘İsrail’in kendini savunma hakkı’ diyerek destek veren ülkeler gördük. Bu iklimde biz kalbimizle buğz ve dilimizle ifade etmenin yanı sıra, elimizle de üzerimize düşenleri yapmanın gayreti içindeyiz.
“BATILI KURUM VE KURULUŞLAR GAZZE’DEN YÜKSELEN FERYATLARA KULAKLARINI TAMAMEN TIKADILAR”
Gazze’deki tek onkoloji hastanesinin vurulması akabinde buradaki kanser hastalarının ülkemize sevkiyle ilgili girişimlerimizi başlattık. Aralarında kanser tedavisi görenlerin de yer aldığı toplam 88 hastayı, 61 refakatçisiyle birlikte ülkemize getirdik. Biz de perşembe günü kanser hastalarını ziyaret ettik, acılarını paylaştık, milletimiz adına dualarını almanın bahtiyarlığını yaşadık. Gazze’de mahsur kalan vatandaşlarımızın bir kısmının tahliyesini dün gerçekleştirdik, diğerleriyle ilgili çabalarımız sürüyor. Biz dayanışmanın gücüne, paylaşmanın bereketine inanan insanlarız. Tarih boyunca olduğu gibi, günümüzde de Türk özlenendir, gözlenendir. Mazlum ve mağdurların hamisidir. Türkiye, tarihi misyonunu neme lazımcılık yaparak değil, başı dara düşenlere kucak açarak yerine getirebilir. Biz de Gazzeli mazlumların imdadına koşarken işte bu misyonun hakkını vermeye çalışıyoruz.
Türkiye olarak Gazze’de akan kanın durması için seferber olmuşken, Batılı ülkelerin vicdansızlığını yüzümüz kızararak takip ediyoruz. İsrail işgal güçleri, her gün kadın, çocuk, gazeteci, doktor, yaşlı, sivil demeden masumları katlediyor. Ama Avrupa’sından Amerika’sına hiçbir ülkeden en küçük bir tepki dahi gelmiyor. Çocuklara, kadınlara ve yaşlılar karşı atom bombası atma tehdidi dâhil modern savaş araçlarının tamamını kullanan İsrail ve onu destekleyen herkes sadece tarih önünde değil, insanlık vicdanı nezdinde de yargılanacaktır. İspanya gibi bir, iki vicdan sahibi ülkeyi dışarıda bırakırsak Batılı kurum ve kuruluşlar Gazze’den yükselen feryatlara kulaklarını tamamen tıkadılar. Ateşkes sözcüğünü kullanmaktan bile çekinen bir ürkeklikle, daha doğrusu korkaklıkla karşı karşıyayız. Holokost utancı, Avrupalı liderleri âdeta esir almış durumda. Sadece yöneticiler değil, Batılı entelektüeller, basın kuruşluları ve insan hakları örgütleri de aynı şekilde İsrail’i aklamanın peşinde. İsrail yönetimi de Holokost’u Filistinlilere yönelik soykırıma varan saldırıların kalkanı olarak kullanıyor.
“İSRAİL’İN NE KADAR UĞRAŞIRSA UĞRAŞSIN ANTİSEMİTİK YAFTASI VURAMAYACAĞI TEK ÜLKE TÜRKİYE’DİR”
İsrail ateşkes çağrısı dâhil her türlü tepkiyi antisemitizm parantezine alarak anında boğmaya çalışıyor. Bunu Almanya’ya gerçekleştirdiğimiz son seyahatte bir kez daha üzülerek şahit olduk. Her ne kadar Gazze meselesinde farklı düşünsek de, Almanya’yla tarihten gelen güçlü dostluğumuza büyük ehemmiyet veriyoruz. 50 milyar doları bulan toplam ticaret hacmiyle, en büyük ticaret ortağımız olan Almanya’yla her alanda iş birliğimizi güçlendirmekte kararlıyız. Gerek Cumhurbaşkanı Sayın Steinmeier gerekse Şansölye Sayın Olaf Scholz kendileriyle yaptığım görüşmelerde bu konularda mutabık kaldık. Gazze’deki insani trajedinin engellenmesi ve bölgede kalıcı barışın tesisi yolunda Almanya ile diyalog içinde olmayı sürdüreceğiz.
Tabii İsrail’in ne kadar uğraşırsa uğraşsın antisemitik yaftası vuramayacağı tek ülke Türkiye’dir. Çünkü Türkiye’nin ne uzak ne yakın geçmişinde böyle bir utanç lekesi göremezsiniz. Hak bildiklerimizi birilerini rahatsız etse de, cesaretle dillendirmemizin sebebi işte budur. Konuşurken rahatım, niye rahatım? Bizim borcumuz yok, ama onların hepsinin İsrail’e borçları var ve onlar borç ödüyorlar sıkıntıları burada. Asıl utanç verici olan ise Batılı ülkelerin katliamlarına kılıf uydurma noktasında İsrail’le sergilediği yalan kardeşliğidir.
“BUGÜN İSRAİL’E SES ÇIKARMAYANLARIN, YARIN BAŞKA ÜLKELERE SÖYLEYECEK HİÇBİR SÖZÜ OLAMAZ”
Nükleer ve kimyasal silah bahanesiyle Irak’ı işgal edenlerin, İsrail’in yalanlarına arka çıkmasına artık biz de şaşırmıyoruz. Aynı şekilde Irak’ta nükleer silah arayanların İsrailli bakanların kameralar önünde sarf ettiği atom bombası itirafı karşısında tek cümle kurmamaları da ibretlik bir durumdur. Öyle ki İsrail nükleer silaha sahip olduğunu açıkça ikrar ve itiraf ediyor. Fakat bu konuda ne Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ne Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı herhangi bir inceleme başlatmıyor. Nükleer silah meselesi öyle meskût kalınacak bir konu değildir. Bugün İsrail’e ses çıkarmayanların, yarın başka ülkelere söyleyecek hiçbir sözü olamaz.
Malumun ilamı olarak gördüğümüz İsrail’in nükleer silahları meselesinin unutulmasına ve unutturulmasına Türkiye olarak izin vermeyeceğiz. Riyad Zirvesi’nde ülkemizin gayretleri neticesinde illegal yerleşimcilerin terörist olarak tanımlanması ve savaş suçlarının takibi konularıyla birlikte nükleer silahlar hususunda da önemli kararlar alındı. İnşallah önümüzdeki dönem de her iki meseleyi gündemde tutmaya devam edeceğiz. Biz şairin ifadesiyle, zulmün topu var, güllesi var, kalası varsa, Hakkın da dönmez yüzü, bükülmez kolu vardır düsturuyla mücadelemizi sürdüreceğiz.
“GAZZE’DEKİ VAHŞET KARŞISINDA İNSANLIĞIN VİCDANI VE SESİ OLMA GÖREVİ ŞU AN TÜRKİYE’NİN OMUZLARINDADIR”
Gazze’deki vahşet karşısında insanlığın vicdanı ve sesi olma görevi şu an Türkiye’nin omuzlarındadır. 15 Kasım’da eşimin öncülüğünde İstanbul’da düzenlenen Filistin İçin Tek Yürek Lider Eşleri Zirvesi bu noktada bir kilometre taşı oldu. Acının ve merhametin dili, dini, ırkı yoktur. Bu anlayışla Türkiye’ye gelen küresel çağrı metnine imza atan bu zor zamanda yürekli bir duruş sergileyen tüm misafirlerimize buradan teşekkür ediyorum. Buradan ülkemizde Gazze’deki katliamlara Filistin meselesine, Kudüs davasına şaşı bakanlara, hatta kendi akıllarınca istihza ile sulandırmaya çalışanlara hatırlatmak istediğim bir gerçek var. Türkiye’nin siyasi ve kültürel sınırları kendi resmî sınırlarından değil, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne diye ifade edilen çok daha geniş bir hattan başlar.
Ülkemizin önde gelen siyaset ve edebiyat erbabından Yahya Kemal doğup büyüdüğü, Bursa’nın devamı saydığı Üsküp’ün elimizden çıkmasının ardından şöyle demiştir: ‘Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene, biz sende olmasak bile sen bizdesin gene.’ Gerçekten de gönül coğrafyamızdaki her karış toprak için aynı hissiyatı duyuyoruz. Ne zaman ki biz bu coğrafyaları kendi dışımızda görmeye başlarsak işte o vakit eldeki vatan da tehlikeye düşmüş olur. Dahası bugün Gazze’de yaşananlara tepki vermezsek yarın vaat edilmiş topraklar denilen işgalci fanatizmin kendi topraklarımıza uzanmasına engel olamayız. İşte bu sebeple diyoruz ki, Balkanlardan Kafkaslara, Karadeniz’den Akdeniz’in doğu kıyılarına kadar dört bir yanımızda yaşanan her hadise, bizi doğrudan ilgilendirir. Karabağ’ın gönlümüzdeki yeriyle Gazze’nin gönlümüzdeki yeri aynıdır. Tıpkı Bosna’yla Halep’i, Trablus’la Belh’i, Selanik’le Musul’u ayırt etmediğimiz gibi, kendi kadim şehirlerimizle Kudüs’ü de aynı görüyoruz.
Aslında bu vizyona sahip olmayan birtakım sözde aydınlara, siyasetçilere, medya mensuplarına, sosyal medya silahşörlerine ne desek boş olduğunu biliyoruz. Hamdolsun milletimiz bu vizyona sahiptir, bu hakikatlerin farkındadır. Asırlardır her kritik vakitte olduğu gibi son gelişmeler karşısında da milletimiz duasını ona göre yapmakta, yumruğunu ona göre sıkmakta, gerektiğinde harekete ona göre geçmektedir. Kifayetsiz muhterisleri kendi cehalet, kin, nefret ve kısır hesap bataklıklarıyla baş başa bırakarak Türkiye Yüzyılı’nın inşası yolunda gece gündüz çalışmaya devam edeceğiz.
“TERÖR ÖRGÜTLERİYLE VE ORGANİZE SUÇ ŞEBEKELERİYLE MÜCADELEMİZİ KARARLI BİR ŞEKİLDE SÜRDÜRÜYORUZ”
Bugünkü Kabine Toplantımızda terörle mücadeleden ticareti, savunmadan ekonomiye uzanan geniş bir yelpazede gündemimizdeki konuları ele aldık. Terör örgütleriyle ve organize suç şebekeleriyle mücadelemizi kararlı bir şekilde sürdürüyoruz. Yılbaşından bu yana bir kısmı elebaşı seviyesinde yaklaşık 2 bin teröristti etkisiz hâle getirdik. Döktükleri her damla kanın hesabını teröristlerden misliyle soruyoruz, soracağız. Son terörist ülkemiz için bir tehdit kaynağı olmaktan çıkarılıncaya kadar hudutlarımız içinde ve dışında bu mücadeleyi devam ettireceğiz. Güney sınırlarımız boyunca kurulmak istenen terör koridorunu Suriye’nin Kuzeyine gerçekleştirdiğimiz harekâtlarla parçaladık. Pençe Harekâtlarıyla bölücü örgütü Irak sınırımızdan uzaklaştırdık. Bölücü terör örgütünü palazlandırma girişimlerini yakından takip ediyoruz. Gerektiğinde yeni operasyonlarla bu alçak ve sinsi planları da sahiplerinin başlarına geçirmekte kararlıyız. Bir gece ansızın gelebiliriz ikazımız dün olduğu gibi bugün de geçerlidir. Buradan bir kez daha vatanımızın bekası, devletimizin bütünlüğü, milletimizin birliği uğrunda can veren aziz şehitlerimizi, son olarak bir üsteğmenimiz şehit oldu, kendisine Rabbimden rahmet diliyorum, tüm yakınlarına sabırlar niyaz ediyorum. Bütün şehitlerimizi rahmetle anıyor, kahraman gazilerimize şükranlarımı sunuyorum. Teröristlere nefes aldırmayan ordumuzu, emniyet birimlerimizi, İstihbarat Teşkilatımızı ve güvenlik korucularımızı tebrik ediyor, Rabbim tüm güvenlik güçlerimizin yar ve yardımcısı olsun diyorum.
“DEVLETİMİZ AFETZEDE KARDEŞLERİMİZİN YANINDADIR”
Bugün Kabine Toplantımızda değerlendirdiğimiz konulardan bir diğeri de iklim değişikliğinin yol açtığı felaketlerdi. Türkiye olarak iklim değişikliğine bağlı ortaya çıkan çevre sorunlarından tüm dünya gibi biz de olumsuz etkileniyoruz. Son bir, iki gündür yaşadığımız seller, fırtınalar ve su baskınları bunlardan sadece bir kısmıdır. Dün neredeyse ülkemizin tamamını etkisi altına alan sağanak yağış, sel ve fırtına sebebiyle dokuz insanımız vefat etti, 52 vatandaşımız yaralandı, 11 kardeşimiz için de kayıp ihbarında bulunuldu. İçişleri Bakanımızı afetten en çok etkilenen bölgeye süratle göndererek çalışmaların koordinasyonunu temin ettik. AFAD, Sahil Güvenlik ve diğer birimlerimize bağlı 7 bin personelimizin hızlı müdahalesi neticesinde hamdolsun 110 insanımızı kurtardık. Fırtına dolayısıyla Zonguldak açıklarında batan kuru yük gemisindeki mürettebatın bulunmasına yönelik arama-kurtarma çalışmalarımız devam ediyor.
Bu vesileyle, bir kez daha hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimizi acil şifalar diliyorum. Devletimiz afetzede kardeşlerimizin yanındadır. Zarar tespit çalışmalarımızı hızla tamamladıktan sonra destek ödemelerini de yapacağız. Rabbim ülkemizi ve milletimizi her türlü afetten muhafaza eylesin diyorum. Toplantımızın hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, sizleri bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.”