![]() |
BYTURCO MEDYA HABER MERKEZİ
Uzun Yıllar Polis teşkilatında İstihbarat şubesinde görev yapan Fevzi Bozkurt, Kalan Yayınları markasıyla yayımladığı ilk romanı “Yüzsüz” ile okuru
insanın iç dünyasındaki en karanlık dehlizlere davet ediyor.

Eski İstihbaratçı Çiçeği burnunda hukukçu Fevzi Bozkurt BYTURCO MEDYA YAYIN GRUBUNA YAPTIĞI AÇIKLAMADA ::
30 yılı aşkın bir süredir büyük bir onur ve gururla görev yaptığım Emniyet Teşkilatı’na, mesleğe başladığım ilk günden itibaren duyduğum bağlılık ve sadakatin bir nişanesi olarak kaleme aldığım biyografik romanımı takdim etmekten onur duyarım.
Henüz 6 yaşında bir çocukken camide gördüğü üniformalı bir polis memurundan etkilenerek başlayan ve yıllar süren azimli bir yolculuğun ardından teşkilat bünyesinde görev alma hayalini gerçekleştiren bir bireyin hikâyesini konu alan Yüzsüz adlı eserim; istihbarat şube gibi özel bir birimde görev yapmanın getirdiği sorumlulukları, içsel çatışmaları ve mesleki deneyimleri samimi bir dille aktarmaktadır.
Bu eser, yalnızca bir bireyin meslek hayatını değil; aynı zamanda Emniyet Teşkilatı’nın ruhunu, fedakârlığını ve görev bilincini yansıtan bir anlatı olarak kaleme alınmıştır. İnanıyorum ki Yüzsüz, teşkilatımızda görev yapan ve ileride görev alacak olan meslektaşlarımıza ilham verecek, mesleki farkındalıklarını artıracaktır.
Bu vesileyle, romanımı başta aziz şehitlerimiz ve onların kıymetli aileleri olmak üzere tüm Emniyet Teşkilatı mensuplarına emanet ediyorum.
Saygılarımla, dedi.
Bozkurtun Çok konuşulan Romanında .
Yağız Ali, babası Önder Fırat’ın polislik mesleğine girişinden terörle mücadelenin ön saflarındaki mücadelesine
uzanan bir hayatı anlatıyor. Önder Fırat, dışarıda terörle mücadele eden bir polis,
içeride ise kendi hayat kavgası ile savaşan bir insan… Hikâye, sadece bir görev
insanının değil, aynı zamanda kendi cehennemine yürümeyi göze alan bir insanın
hikâyesi. Kitabın başında yer alan “Cehennem, ateş değil; aklını susturmanın ve korkuya
teslim olmanın adıdır” sözü, aslında romanın kalbini özetliyor. “Yüzsüz”, hem karanlığın
hem de cesaretin iç içe geçtiği bir dünya kuruyor. Fevzi Bozkurt, “gerçekliğin
sınırlarında gezinen bir düş ürünü” olarak tanımladığı bu eserinde, okura hem
düşündüren hem de sarsan bir anlatı sunuyor. Biz de Fevzi Bozkurt’la bu derin, cesur ve
sorgulayıcı hikâyenin arka planını konuştuk.
Merhaba Sayın Bozkurt. Eseriniz hayırlı olsun. Eserinizi beğenerek okudum. İlk olarak
sizi tanımakla başlamak isterim.
Merhaba, nazik dilekleriniz ve ilginiz için yürekten teşekkür ederim. Yüzsüz gibi insanın iç
dünyasına dair derin bir yolculuğu anlatan bir romanın okurda karşılık bulması, benim için
tarifsiz bir mutluluk.
Kendimi tanıtacak olursam: Ben Fevzi Bozkurt. 30 yılı aşkın süredir kamuda görev yaptım.
Emekliliğe adım adım yaklaşırken, içimdeki öğrenme tutkusuna kulak verdim ve Hukuk
Fakültesi’ni kazanarak hukuk eğitimine başladım. Şu an çiçeği burnunda bir hukukçuyum.
Ancak edebiyatla tanışmam çok daha eskiye dayanıyor. Yazmak, düşünmek ve gözlemlemek,
yıllardır hayatımın en temel uğraşları arasında yer aldı.
Yüzsüz, ilk romanım olsa da edebi yolculuğumun tek durağı değil. 2021 yılında Sahipsiz
Sözler, 2023 yılında ise Aşkbaz adlı iki şiir kitabım okurla buluştu. Ancak Yüzsüz, benim için
çok özel bir anlam taşıyor. 2018 yılında zihnimde filizlenen bu hikâye, 2025’e kadar süren
uzun ve yoğun bir yaratım sürecinin sonunda ete kemiğe büründü.
Roman boyunca insan ruhunun karanlık yönlerini, içsel çatışmalarını ve cesaretin sınırlarını
sorguladım. Özellikle polis teşkilatında görev yapan isimsiz kahramanların yaşadığı
görünmeyen kırılmaları, sessizce verdikleri kişisel mücadeleleri Önder FIRAT ile anlatmak
istedim. Çünkü dışarıdan disiplinli ve güçlü görünen bu meslek dünyasının içinde, çoğu
zaman derin acılar ve sessiz çığlıklar gizlidir.
Yüzsüz, sadece bir görev insanının değil, aynı zamanda kendi cehennemine yürümeyi göze
alan bir ruhun hikâyesi. Her karakterin ardında bir arayış, bir yara ve bir yüzleşme var. Bu
romanla okuru hem bir insanın içsel yolculuğuna hem de toplumun görmezden geldiği
gerçeklere doğru cesur bir yürüyüşe davet ediyorum.
471 sayfa olan “Yüzsüz” isimli eserinizi beğenerek okudum. Kaleminize sağlık. Eserde
kullandığınız dile, kavram ve kurgulamaya bakılırsa edebiyat ile, okumak ile, yazmak ile
içli dışlı biri olduğunuzu tahmin ediyorum fakat yine de bunu size sormak istiyorum. Ne
zamandan beri yazıyorsunuz ve yazmak için bir eğitim aldınız mı?
Çok teşekkür ederim güzel sözleriniz için. Edebiyatla içli dışlı olduğumu fark etmiş olmanız
beni ayrıca mutlu etti. Yazmak, benim için sadece bir ifade biçimi değil; aynı zamanda bir
içsel yolculuk, bir arınma süreci.
Uzun yıllardır kendi çapımda yazıyorum. Günlük olarak, bazen ülke gündemine dair
düşüncelerimi, bazen de ruh halime göre içsel gözlemlerimi kaleme alırım. Yazmak benim
için bir alışkanlık değil, bir ihtiyaç haline geldi diyebilirim. Bu süreçte hem yurtdışında görev
yaptığım dönemlerde hem de ülkemde, yazım konusunda bilgisine başvurduğum çok kıymetli
hocalarım oldu. Onların rehberliği sayesinde yazınsal anlamda kendimi geliştirme
yolculuğuma devam ediyorum.
Her yazı, her kelime, aslında bu yolculuğun bir adımı. “Yüzsüz” de bu birikimin, bu içsel
arayışın ve edebi çabanın bir sonucu olarak doğdu. Yazmak benim için bir eğitimden öte,
yaşamın kendisiyle kurduğum derin bir bağ. Bu bağ sayesinde hem kendimi hem de insanı
daha iyi anlamaya çalışıyorum.
Her yazarın bir yazma motivasyonu ve amacı olduğuna inanıyorum. Bu bağlamda, sizin
için “yazmak” eylemi ne anlama geliyor? Yazma sürecini bireysel bir ifade biçimi olarak
mı, yoksa toplumsal bir sorumluluk alanı olarak mı görüyorsunuz?
Yazmak benim için hem bireysel bir ifade biçimi hem de toplumsal bir sorumluluk. İç
dünyamı anlamak ve anlatmak kadar, toplumun sessiz kalan yanlarına ışık tutmak da yazma
motivasyonumun temelini oluşturuyor.
Gelelim kitabınıza. “Yüzsüz” kelimesi çok şey çağrıştırıyor. Siz bu ismi neden seçtiniz,
ne anlam taşıyor? Okurlarınız için bu tercihinizin nedenini açıklar mısınız?
“Yüzsüz” kelimesi gerçekten çok katmanlı bir anlam taşıyor ve bu roman için özellikle
seçtiğim bir isim. Romanın başkahramanı Önder Fırat’ın hikâyesi, bu ismin arkasındaki
derinliği ortaya koyuyor.
Önder Fırat, daha henüz 6 yaşındayken meslek seçiminde karar vermiş ve bu kararından asla
dönmemiş bir karakter. Yaşadığı çevre, aldığı eğitim ve ülkenin o dönemdeki siyasi ve
ekonomik çalkantıları, onun kişiliğini ve meslek anlayışını derinden şekillendirmiş. Polislik
gibi zor ve çok yönlü bir görevde, zaman zaman farklı kimliklere bürünmek, kod adlar
kullanmak ve çeşitli rolleri üstlenmek zorunda kalmış. Bu roller, onun hem kendisiyle
çatışmasına hem de bazı yönleri içselleştirmesine neden olmuş.
“Yüzsüz” kelimesi sözlük anlamıyla; utanmadan, çekinmeden bir şeyler yapan, yüzü
kızarmayan, arsız olarak nitelendirilen kişileri tanımlar. Ancak ben bu kelimeyi, romanın
bağlamında çok daha farklı bir anlamda kullandım. Burada “yüzsüzlük”, Önder Fırat’ın görev
gereği sürekli değişen yüzlerini, büründüğü karakterleri ve bu süreçte yaşadığı içsel
parçalanmayı anlatmak için seçtiğim bir metafor.
Yani “Yüzsüz”, sadece bir sıfat değil; bir insanın görev uğruna kendi benliğinden ne kadar
uzaklaşabileceğini, kaç farklı kimliğe bürünebileceğini ve bu süreçte hangi yönleriyle
yüzleştiğini anlatan bir simge. Bu nedenle romanın ruhunu en iyi yansıtan isim olduğuna
inandım.
Romanda Önder Fırat şahsında terörle mücadele gibi sert bir konu var ama aslında
hikâyenin kalbinde insanın kendiyle savaşı, hayat kavgası duruyor. Sizce insanın kendi
içindeki savaş, dışarıdakinden daha mı zor?
Kesinlikle öyle. İnsan kendiyle savaştığında ne kaçacak bir yer bulabiliyor ne de kendini
kandıracak bir bahane. Dışarıdaki mücadeleler çoğu zaman somut, tanımlanabilir ve bir
şekilde yönetilebilir. Ama içimizdeki savaş, sessizce büyüyen, zamanla şekil değiştiren ve
çoğu zaman adını bile koyamadığımız bir çatışma.
Yüzsüz’ü yazarken Önder Fırat’ın yaşadığı içsel kırılmaları, görev gereği büründüğü
kimlikleri ve bu kimliklerin ruhunda açtığı yaraları derinlemesine hissettim. Onun çocuk yaşta
verdiği meslek kararından hiç dönmemesi, ülkenin çalkantılı dönemlerinde aldığı eğitim,
görevdeyken farklı kod adlarla farklı rollere bürünmesi… Tüm bunlar, onun dış dünyadaki
mücadelesini şekillendirirken, iç dünyasında da bir fırtına koparıyordu.
İşte bu yüzden “Yüzsüz” adını seçtim. Çünkü Önder Fırat, görev gereği yüz değiştirmek
zorunda kalan ama her yeni yüzle birlikte biraz daha kendiyle yüzleşen bir karakter. Onun
savaşı, dışarıdaki terörle değil; içindeki korkularla, çelişkilerle ve vicdanıyla. Ve evet, bu
savaş çok daha zor, çok daha sessiz ve çok daha derin.
Kitabın girişinde, eserin “gerçekliğin sınırlarında gezinen bir düş ürünü” olduğunu
söylüyorsunuz. Ancak bunu belirtmemiş olsanız, okur neredeyse gerçek bir kahramanın
yaşam öyküsünü okuduğunu düşünebilir. Yazarken bu kadar sahici bir polis atmosferi
kurmak kolay olmasa gerek. Bu konuda özel bir araştırma ya da gözlem süreciniz oldu
mu?
Evet, kesinlikle kolay olmadı. Yüzsüz’ü kaleme alırken sahici bir polis atmosferi kurmak
benim için en önemli hedeflerden biriydi. Çünkü Önder Fırat’ın hikâyesi, sadece bir görev
insanının değil, aynı zamanda içsel çatışmalarla yoğrulmuş bir ruhun anlatısıydı. Bu derinliği
verebilmek için hem teknik hem duygusal anlamda güçlü bir arka plan gerekiyordu.
Uzun yıllar kamuda görev yapmış biri olarak, güvenlik teşkilatının yapısını, işleyişini ve
meslek mensuplarının yaşadığı zorlukları yakından gözlemleme şansım oldu. Yurtiçinde ve
yurtdışında görev yaptığım dönemlerde, bu alanda çalışan birçok değerli insanla birebir temas
kurdum. Onların yaşadıkları, anlattıkları, sessiz kaldıkları… Hepsi bu romanın dokusuna
sindi.
Ayrıca yazım sürecinde, bu alanda uzman olan hocalarımla fikir alışverişleri yaptım. Hem
teknik detaylar hem de psikolojik yansımalar konusunda destek aldım. Gerçeklik ile kurgu
arasındaki o ince çizgide yürürken, okurun kendini hikâyenin içinde hissetmesini istedim. Bu
yüzden “gerçekliğin sınırlarında gezinen bir düş ürünü” ifadesi hem romanın doğasını hem de
yazım sürecindeki yaklaşımımı en iyi şekilde özetliyor.
Sonuçta ortaya çıkan atmosfer, sadece bilgiyle değil, empatiyle ve gözlemle örülmüş bir
dünya oldu. Okurun bunu gerçek bir yaşam öyküsü gibi hissetmesi, sanırım bu çabanın en
güzel karşılığı.
Her insanın iyi edebiyatı ve yazarlığı tanımlama biçimi farklıdır; kimine göre yazar,
duygulara tercüman olan biridir, kimine göre topluma ayna tutan ya da değişimi
tetikleyen bir düşünürdür. Peki, sizce yazar kimdir, onun en temel sorumluluğu nedir ve
iyi bir yazarı diğerlerinden ayıran asıl özellik ne olmalıdır?
Bana göre yazar, toplumun temel dinamiklerini derinlemesine gözlemleyebilen, kalemini ve
ruhunu toplumun sinir uçlarına korkusuzca dokundurabilen kişidir. Yazar, statükodan değil
toplumdan beslenmeli; çünkü gerçek hikâyeler, gerçek acılar ve gerçek umutlar sokakta, evde,
meydanda yaşanır.
Yazarın en temel sorumluluğu, toplumun vicdanına ve kendi vicdanına hesap verebilmektir.
Yazdıklarıyla bir düşünceyi tetikleyebilir, bir yarayı görünür kılabilir ya da bir sessizliği
bozabilir. Bu yüzden iyi bir yazar, sadece güzel yazan değil; cesurca yazan, sorgulayan,
rahatsız eden ve gerektiğinde kendiyle bile yüzleşebilen kişidir.
Edebiyat, sadece estetik bir alan değil; aynı zamanda vicdani bir alandır. İyi yazar, bu alanı
hem içsel dürüstlükle hem de toplumsal duyarlılıkla doldurabilen kişidir.
Söyleşi yaptığım yazarlara şu soruyu soruyorum. Çünkü sosyal medya gerçekliği,
dijitalleşen, yapay zekâlaşan bir gelecek içinde yaşıyoruz. Edebi eserlerin gelecekte
hiçbir karşılığının kalmayacağını, hatta edebiyatın bile tamamen ortadan kalkacağını
savunanlar var. Bu fikre katılır mısınız?
Kesinlikle katılmıyorum. Her şeyi dijitalleştirebilirsiniz; görüntüyü, sesi, bilgiyi… Ama insan
ruhunu bu kalıplara sokamazsınız. Edebiyat, insanın ruhuyla kurduğu en derin bağlardan
biridir. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insanın anlatma, anlama ve hissetme ihtiyacı asla
ortadan kalkmaz.
Ben aksine, edebiyatın bu dönüşüm sürecinde yok olmaktan ziyade çok daha güçlü ve
erişilebilir bir hale geleceğine inanıyorum. Dijitalleşme, yazının sınırlarını genişletiyor; daha
fazla insana ulaşma, daha farklı biçimlerde ifade etme imkânı sunuyor. Ama özünde hâlâ bir
insanın başka bir insana dokunma çabası var. Ve bu çaba, edebiyatın kalbidir.
Yazmak, insan olmanın en kadim eylemlerinden biri. Ruhun sesini susturmak mümkün değil.
Edebiyat da bu sesin yankısı olarak varlığını sürdürecek. Hem de daha cesur, daha özgür ve
daha yaratıcı biçimlerde.
Eserinizi beğenerek okudum, Önder Fırat’ın hikâyesi okurda güçlü bir etki bırakıyor.
Bu yüzden şunu merak ediyorum: Yüzsüz’ün devamı gelecek mi? Ya da benzer temaları
işlediğiniz yeni bir proje üzerinde çalışıyor musunuz?
Öncelikle nazik yorumunuz için çok teşekkür ederim. Yüzsüz’ün okurda güçlü bir etki
bırakması, benim için en büyük ödül. Çünkü Önder Fırat’ın hikâyesi, sadece bir karakterin
değil, aynı zamanda bir ruhun, bir yolculuğun ve bir arayışın hikâyesi.
Aslında Yüzsüz, başından itibaren bir üçleme olarak tasarlandı. Önder Fırat, romanda henüz
mesleğinde 10. yılına gelmiş bir karakter. Devamında onun Antalya’ya tayin olduktan sonra
yaşadıkları, aldığı görevler, karşılaştığı insanlar ve sonrasında yurtdışında katıldığı
operasyonlar üzerinden ilerleyen bir anlatı planladım. Her cilt hem mesleki hem de ruhsal
dönüşümünü farklı bir boyutta ele alacak.
Ayrıca romanda yer alan bazı karakterlerin yaşamlarına ve hayata dair beklentilerine
odaklanan kısa biyografik romanlar da yazmayı düşünüyorum. Çünkü her karakterin kendi
içinde bir roman olabilecek kadar derin bir hikâyesi var. Bu hikâyeleri bağımsız metinlerle
okura sunmak, Yüzsüz evrenini daha da zenginleştirecek.
Kısacası, Yüzsüz sadece bir roman değil; bir serinin, bir düşünsel yolculuğun ve bir içsel
hesaplaşmanın başlangıcı. Yazma sürecim devam ediyor ve bu dünyayı okurlarla paylaşmak
benim için büyük bir heyecan.
Vakit ayırıp sorularımı yanıtladığınız için teşekkür ederim. Eserinizin yolculuğu uzun ve
ilham verici olsun.
Ben teşekkür ederim, bu derin ve anlamlı söyleşi için. Sorularınız, Yüzsüz’ün ruhunu daha da
görünür kıldı. Hem yazarlık yolculuğumu hem de anlatmak istediğim dünyayı paylaşma
fırsatı sundu.
Başta Kalan Yayınları olmak üzere, bu eserin hayat bulmasında emeği geçen tüm ekip
arkadaşlarıma gönülden teşekkür ediyorum. Her biri, bu yolculuğun bir parçası oldu ve
Yüzsüz’ün okura ulaşmasında büyük katkı sağladı.
Ümit ediyorum ki bu yolculuk, sadece bir romanın değil; düşüncenin, duygunun ve cesaretin
yolculuğu olarak devam edecek. Okurla kurduğumuz bu bağ, edebiyatın en güzel tarafı. Nice hikâyelerde buluşmak dileğiyle…