Avusturya’nın başkenti Viyana’da bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MÜSİAD Avusturya ve WONDER tarafından onuruna verilen yemekte, 28 Şubat süreciyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Yakın tarihte Türkiye’den yurt dışına göç dalgaları yaşandığını, 60’lı yıllardaki göç dalgalarına bakıldığı zaman aslında bunun batının talebi üzerine olan bir göç dalgası olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan şöyle konuştu:
“O zaman Anadolu’nun değişik yörelerinden insanımız Avrupa’nın değişik ülkelerine, başta Almanya olmak üzere, geliyorlardı. Tabi o gelenlerin bilimsel noktada bir ilmî talebi yoktu.Onlar sadece ekmek için geliyorlardı ve ekmek arayışı içerisindeki bu göç dalgası, aradan 10 yıllar geçtikten sonra, ne yazık ki son 10-15 yıl içerisinde özellikle de Türkiye’deki 28 Şubat sürecinden sonra farklı bir durum arz etti.
Bu defa kendi ülkesinde okuma imkanını bulamayan, maalesef gerek inanç özgürlüğü noktasında, gerek düşünce özgürlüğü noktasında hani üstadın ifadesiyle; ‘Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya’ olayı var ya, işte orada parya olmayla karşı karşıya kalan gençlerimiz, bu defa benim de okuma hakkım var, ben de hem inancımın gereğini yerine getireceğim hem de okuyacağım demek suretiyle onlar da batının kapılarını çalmaya başladılar. Ve bu süreç içerisinde de en fazla arz Avusturya’ya oldu. Yüzlerce, binlerce gencimiz Avusturya’da okumaya başladı. Ve buralardan, işte az önce de dinlediğimiz gibi yüzlercesi, lisans, lisansüstü burada eğitim-öğretimini yaptı.
Şimdi de bir kısmı artık burada yetişmiş insanlar olarak bu ülkelerin kurumlarında da çalışmaya başladılar. Tabi bundan sonra biz artık daha farklı düşünüyoruz. Yani bu olur olmaz diye bir şey yok. Ama biz diyoruz ki artık bu yetişmiş beyinlerin kendi ülkesine dönmesi lazım. Dün parya olarak bakılan bu gençler şimdi kendi ülkesinde hizmet vermek suretiyle bu anlayışın nasıl ayaklar altına gömüldüğünü ispat etmesi, göstermesi lazım.” Yarın 16’ıncı senesi dolacak olan 28 Şubat süreci hakkında konuşan Başbakan Erdoğan, “Tabi 28 Şubat 1997 sürecinde yaşadıklarımız artık yarın da bu karanlık, bu hayat karartan müdahalenin üzerinden 16 yıl geçmiş olacak ki aslında bugün burada işte yarın 16’ıncı seneyi devriyesi olan bu karanlık dönemin mağdurları olarak hep birlikte bulunuyoruz ama artık bu aydınlık yarınlara dönüşüyor” dedi.
“BİR BABA OLARAK DA 28 ŞUBAT’IN MAĞDURUYUM”
MÜSİAD’ın, 28 Şubat sürecinin aslında en büyük mağdurlarından biri olduğunu ifade eden Erdoğan şu ifadelerde bulundu: “Bizzat şahsım ve çalışma arkadaşlarım o dönemin mağdurlarından oldu. Hatta okuduğum bir şiir bahanesiyle, biliyorsunuz, hapse dahi mahkum edildim, cezaevinde yattım. Ancak mağduriyetleri çok fazla bilinmeyen, mağduriyetlerinin üzerinde çok durulmayan, hikayeleri anlatılmayan bir kesim daha var. İşte ben 28 Şubat’ın mağduriyetini yaşarken, aynı zamanda bir baba olarak da bu mağduriyeti yaşadım.
Çünkü benim de iki kızım, iki çocuğum, onlar da bu mağduriyeti yaşadı. Kızlarım başörtüsünden dolayı bu mağduriyeti yaşadı, çocuklarım da katsayıdan dolayı bu mağduriyeti yaşadılar. Çünkü hepsi İmam Hatip mezunuydular, İmam Hatip mezunu oldukları için bu mağduriyeti yaşamakla karşı karşıya kaldılar. Şimdi katsayı diye bir sorunumuz var mı? Yok, kalktı. Artık başörtü olayı diye de bir sorunumuz yok, o da kalktı. Ama daha almamız gereken mesafe var, bunun farkındayım. Fakat sabırla inşallah nasıl bugüne kadar sabrettiysek bu oldu, bundan sonrası da olacak. Şimdi altını çiziyorum, unutmayın: Her kutlu doğum sancılı olur. Ve sağlıklı doğum 9 ay 10 günde olur. Erken olursa sıkıntılı olabilir. İnşallah bu sağlıklı doğum içinde bu yürüyüşümüzü sabırla devam ettiriyoruz.”
“NASIL Kİ BU SIKINTILARI, BU ACI TABLOYU HAZIRLAYANLARIN BİR HESABI VARSA, RABBİMİN DE HESABI VAR”
Türkiye’de okuma imkanları elinden alınan ve başörtüsü yasağıyla, katsayı uygulamasıyla istikballeri karartılmak istenen çocukların, o süreçte yurt dışına çıkıp, eğitimlerini yurt dışında tamamladıklarını ve o süreçte yüzlerce, binlerce gencin, Avusturya’ya geldiğini, burada okuma imkanlarını araştırdığını, burada tutunmaya çalıştığını çok iyi bildiğini söyleyen Başbakan Erdoğan şu ifadeleri kullandı:
“Tabi bu süreç kolay bir süreç olmadı. 17 yaşında, 18 yaşında ailesinden hiç ayrılmamış, ailesinden uzakta yaşamamış, maddi imkanı bulunmayan nice gencimiz başka çareleri, başka seçenekleri olmadığı için buralara geldiler. Annesinin babasının vergileriyle kurulmuş okullarda okuyamayan çocuklarımız gurbet yollarına düştüler. Gurbet, yani garip kaldılar. O garip ellerde, onlar kendileri için yaşam mücadelesi verdiler. Hangi alanda? Bilim yolunda, ilim yolunda. Şehit dedelerinin mezarlarına mahzun mahzun bakan çocuklarımız, kendi topraklarında okuyamamanın ezikliğiyle buruk şekilde, kırık bir kalple yollara revan oldular.
O çocuklarımız, o gençlerimiz gözyaşları içinde vatan hasreti içinde tabi bu yola döküldüler. Ama ne oldu biliyor musunuz? Nasıl ki bu sıkıntıları, bu acı tabloyu hazırlayanların bir hesabı varsa, Rabbimin de hesabı var. Milletimin de hesabı var. Bundan 16 yıl önce üniversite kapılarından çevrilen, üniversite kapıları yüzlerine kapatılan o çocuklar hakikaten onurlu bir direniş sergilediler, sabırla direndiler, çok çalıştılar ve işte bugün ülkeyi onlar yönetiyorlar. Ülkenin iktidarında şimdi onlar var. Bu yetkiyi onlara kimler verdi? Millet verdi.
Demek ki millet doğruyu görüyor, görebiliyor. Ve bizim milletimiz de burada demokrasinin o çerçevesi içerisinde hakkı sahiplerine teslim etti. Türkiye’yi, bir dönem üniversite kapısında çevrilen, Avusturya’ya, diğer ülkelere okumaya gönderilen çocuklar şimdi büyütüyorlar. Ne dediler? Başörtülüler gitsin Suudi Arabistan’da okusun dediler. Dediler mi?
Yıllarca bu ülkede milletimizin omzundan bunlar inmiyordu. Ve o ifadeyi kullandılar. Hatta daha da ileri gittiler; İmam Hatipliler yarasa dediler. Yarasayı da bu millet başbakan yaptı. Muhtar bile olamaz dediler; işte o çocuklar bugün ülkelerini yönetiyorlar. Hem de hamdolsun gayet iyi yönetiyorlar. Ve şöyle son yüzyılın içerisindeki mukayeseleri yaptığımız zaman şu son 10 yılda Türkiye nereden nereye geldi bunun mukayesesi yapıldığı zaman hiçbir dönemle mukayese edilemeyecek bir başarıyı görüyoruz. Bire üç, bire dört, bire beş katlayarak gidiyor.
Ve artık batının bunu nasıl başardınız sorusuyla her yerde karşı karşıya kalıyoruz. 16 yıl önce kendilerine öz yurtlarında garip, öz vatanlarında parya muamelesi yapılan o çocuklar, o gençler şuanda Türkiye’de kardeşliği büyütmenin, kardeşliği yüceltmenin mücadelesini veriyorlar. Eğer sabrederseniz, eğer kalbinizi temiz, ruhunuzu diri tutarsanız, eğer başınıza gelen musibetler karşısında metanetinizi, imanınızı, inancınızı korursanız şer bildikleriniz hayır olur. Biz o günlerde o baskının, o zulmün en şedit olduğu günlerde tekrar tekrar kendimize bir şey söyledik. Ne dedik biliyor musunuz: ‘Hak şerleri hayreyler zannetme ki gayreyler Arif onu seyreyler Mevlâ görelim neyler neylerse güzel eyler.’ İşte biz direnerek, sabrederek, dua ederek ama en çok da çalışarak, mücadele ederek şerlerin hayra dönüşmesine vesile olduk.” “
16 YIL ÖNCE YAŞADIKLARIMIZI BAŞKALARINA YAŞATMAMAK KONUSUNDA ÇOK AMA ÇOK HASSASIZ”
16 yıl önce yaşatılanları başkalarına yaşatmamak konusunda çok hassas olduklarını dile getiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Sadece bu kadar değil 16 yıl önce onun da öncesinde bu millete yaşatılanların tekrar yaşanmaması için çok hassasız. Hiç kimsenin vatan hasreti içinde gözlerini kapatmasını istemiyoruz. Hiç kimsenin kendi vatanında yaşam imkanı bulamayıp gurbete gitmesini istemiyoruz. Hiç kimsenin devlet karşısında kendisini horlanmış, aşağılanmış, dışlanmış hissetmesini asla ve asla istemiyoruz” dedi.
Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: “10 yıldır çok net bir şekilde şunu söylüyoruz: Türkiye Cumhuriyeti içinde 76 milyonun tamamı birdir, beraberdir, kardeştir. 76 milyonun her bir ferdi devlet karşısında birinci sınıf vatandaştır. Önce devlet değil, önce insandır. Bunu tesis etmek için de çok yoğun bir mücadele içindeyiz. Yaptığımız reformlarla, attığımız adımlarla Türkiye’nin çehresini, Türkiye’nin demokrasisini köklü şekilde değiştirdik.
Şimdi burada bir şey söyleyeceğim, o da nedir: Benim için Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Gürcü’sü, Abaza’sı, Boşnak’ı, Roman’ı böyle bir şey yok. Ben hepsini seviyorum. Hepsine eşit mesafedeyim. Ve benim çalışma arkadaşlarımın hepsi de aynı şekilde eşit mesafede. Niye? Çünkü biz yaratılanı yaratandan ötürü seviyoruz. Burada bir ayrım söz konusu olamaz. Ve baştan beri bir şey söylüyoruz; biz etnik milliyetçiliği ayağımızın altına aldık. Biz bölgesel milliyetçiliği de ayağımızın altına aldık.
Biz dinsel milliyetçiliği de ayağımızın altına aldık ve bizim anlayışımızda bu tür milliyetçilikler yok. Ve biz millet kavramına ciddi manada sahip çıktık. Milliyet kavramına ciddi manada sahip çıktık. Ve bu istikamette de yolumuza devam ediyoruz. Ve o kafatasçılığı, ırkçılık, kavmiyetçilik anlayışındaki milliyetçilik şeytanidir dedik, şeytandandır dedik. Bunu da çok açık net ortaya koyduk.”