Kongrede derneğin çalışma grupları, hekim ve hemşirelerin önerileri doğrultusunda hazırlanan nefroloji, hipertansiyon, diyaliz ve transplantasyon ile ilgili güncel konuları kapsayan bilimsel program, yerli ve yabancı bilim insanları tarafından katılımcılarla paylaşılıyor. Türkiye'de nefroloji, hipertansiyon, diyaliz ve transplantasyon alanındaki bilimsel kongreler arasında olan kongre bin 300’ü aşkın katılımcı ile gerçekleştirilirken, 56 yerli ve 6 yabancı konuşmacı ile 50 oturum başkanı kongrede görev alıyor. Kongre programı içinde 20 panel, 5 konferans, transplantasyon konulu 1 kurs, 4 interaktif olgu tartışması, 6 sözlü bildiri oturumu, 6 poster bildirim oturumu ve 2 uydu sempozyumu yer alıyor.
Bu yılki Ulusal Kongrenin bilimsel programı içinde Türkiye'de kronik böbrek hastalığının boyutunu saptamaya yönelik CREDIT araştırmasının ikinci aşaması olan Türkiye Kronik Böbrek Hastalığı İnsidans Çalışması’nın ön sonuçlarını katılımcılarla paylaşıldı.
"HER 10 KİŞİDEN BİRİNDE KRONİK BÖBREK HASTALIĞI VAR"
Kronik böbrek hastalığının (KBH), dünyada ve Türkiye'de salgın halini almış önemli bir halk sağlığı sorunu olduğu bildirildi. Türk Nefroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, giderek artan sıklığı, yol açtığı yüksek sakatlık ve ölüm oranları, yaşam kalitesini ciddi şekilde etkilemesi, farkındalığının düşük olması ve tedavisi için gereken renal replasman tedavilerinin (diyaliz ve/veya böbrek nakli) yüksek maliyetleri nedeniyle toplumsal yükü büyük olan bir hastalık olduğu belirterek "Epidemiyolojik çalışma sonuçlarına göre dünyada KBH oranları yüzde 10-13 arasında saptanmıştır. Bu oranlara göre dünyada 500 milyondan fazla insanda KBH olduğunun tahmin edilmektedir. Diğer bir deyişle her 10 yetişkinin birinde değişik derecelerde kronik böbrek hastalığı olduğu düşünülmektedir. KBH'nın her yaştaki ve ırktaki insanları etkilediği, kadınlarda daha yüksek olan KBH oranının, ilerleyen yaşla birlikte daha da artacağı beklenmektedir" dedi.
"HER 7 YETİŞKİNDEN BİRİNDE KBH VAR"
Türk Nefroloji Derneği tarafından gerçekleştirilen CREDIT çalışması hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, bu çalışma ile Türkiye’deki genel yetişkin popülasyondaki KBH oranının yüzde 15.7 olarak bulunduğunu açıkladı. Prof. Dr. Süleymanlar, "Diğer deyişle yaklaşık her 7 yetişkinden birisinde KBH olduğu tahmin edilmektedir. Böbrek fonksiyonunda kayıp olan (glomerüler filtrasyon hızı (60 ml/dk) hasta oranı ise yüzde 5.2 olup, her 18 yetişkinden birisinde kritik düzeyde KBH olduğu saptanmıştır. Bu oranlara göre KBH'nın 7.3 milyon yetişkini etkilediği ve bu hastalardan yaklaşık 2.4 milyon kişinin <60 ml/dk'nın altında glomerüler filtrasyon hızına (Evre 3-5 KBH) sahip olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde KBH sıklığının kadınlarda, yaşlılarda, bazı coğrafik bölgelerde (Marmara ve Güneydoğu Anadolu) ikamet edenlerde, kırsal bölgede yaşayanlarda, hipertansiyon ve diyabeti olanlarda daha yüksek olduğu belirlenmiştir. CREDIT çalışmasında kronik böbrek hastalığı açısından risk oluşturan durumların sıklıkları da incelenmiştir. Hipertansiyon oranı yüzde 32.7, diyabet oranı yüzde 12.7, obezite oranı yüzde 20.1, abdominal obezite oranı yüzde 32.1, metabolik sendrom oranı yüzde 31.3, hiperlipidemi oranı yüzde 50 ve aktif sigara kullanım oranı yüzde 35.2 bulunmuş ve bu risk faktörlerine sahip olanlarda böbrek fonksiyonunu yansıtan glomerüler filtrasyon hızının daha düşük olduğu saptanmıştır. Bu yıl tamamlamış olduğumuz CREDIT-İnsidans çalışmasının ilk sonuçlarına göre KBH ve hipertansiyon oranlarında hafif azalmalar olmakla birlikte, diyabet ve obezite oranlarında artış dikkati çekmiştir. Sonuç olarak, KBH ülkemizin önemli halk sorunlarından birisi olma özelliğini korumaktadır" diye konuştu.
SON DÖNEM BÖBREK HASTALIĞI VE TOPLUMSAL YÜKÜ
Son dönem böbrek hastalığının (SDBH) insidans ve prevalansı ülkeden ülkeye büyük farklılıklar gösterdiğinin de altını çizen Türk Nefroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar, gelişmiş ülkelerdeki SDBH insidans ve prevalansındaki farklılıkların temelinde etnik, ırksal ve genetik farklılıkların yanı sıra diyabet ve hipertansiyon gibi hastalıkların oranlarının da önemli rolü olduğunun düşünüldüğünü ifade etti. Prof. Dr. Süleymanlar, "Toplumlarda KBH'nın ilerleme hızlarının farklılığı, hastaların sevk zinciri ve son dönem öncesi hastaların bakımı ve izlemindeki stratejik farklılıklar dünyanın farklı yerlerindeki SDBH oranlarındaki çeşitliliğine katkıda bulunmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde düşük sosyoekonomik düzey nedeniyle renal replasman tedavilerine (RRT: diyaliz ve böbrek nakli) ulaşma oranlarının düşüklüğü SDBH sıklığını ciddi düzeyde etkilemektedir. Örneğin, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerde RRT gereksinimi olan hastaların ancak yüzde 10'nu bu tedavileri almaktadır. Birçok Afrika ülkesinde diyaliz ve böbrek nakli tedavilerine ulaşma olanağı ya yoktur ya da çok azdır. Yani bu ülkelerde SDBH olan insanların çoğu RRT'lerine ulaşamadan ölmektedirler. ABD'de SDBH'lı hasta sayısı günümüzde 400 bini aşmış iken gelecek 10 yılda iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir. Ülkemizde ise SDBH hasta sayısı 60 bini geçmiş (prevalansı milyon nüfus başına 816 civarındadır) olup, yıllık yüzde 2-3'lük artış hızına sahiptir. Ülkemizde Türk Nefroloji Derneği Böbrek Kayıt Sistemi verilerine göre SDBH insidansında ve prevalansında artış gözlenmiştir. Son 10 yılda insidans 2 kat, prevalans ise 5 kat artmıştır" diye konuştu.
SDBH hastalarında ölüm oranlarının genel popülasyondan 20-30 kat daha yüksek olduğunu kaydeden Prof. Dr. Süleymanlar, "Bu hastalardaki en sık rastlanan ölüm nedeni olan kalp damar hastalıklarına yatkınlık aslında hastalığın çok daha erken evrelerinde ortaya çıkmaktadır. SDBH'nın ciddi sistemik komplikasyonları ve replasman tedavilerine ilişkin sorunlar hastaların psikososyal durumlarını ve üretkenliklerini çok olumsuz yönde etkilemektedir" dedi.
"10 YILDA İKİYE KATLANABİLİR"
Son dönem böbrek hastalarının tedavi ve izlem maliyetlerinin giderek arttığına da dikkat çeken Prof.Dr. Süleymanlar, dünyada 2 milyonun üzerinde diyaliz gören veya böbrek transplantasyonu yapılmış insan yaşadığını söyledi. Bu sayının gelecek 10 yılda ikiye katlanmasının beklendiğini kaydeden Prof. Dr. Süleymanlar, şunları kaydetti:
"Geçtiğimiz 10 yılda diyaliz ve transplantasyonun global maliyetinin 1 trilyon doları geçtiği hesaplanmıştır. Bu ekonomik yük gelişmiş ülkelerde sağlık bütçelerini zorlamaktadır. Daha düşük gelir düzeyi olan ülkelerde ise altından kalkılması mümkün olamayan bir ekonomik ortaya çıkacaktır. Ülkemizde ise 2010 yılında diyalize giren SDBH hastaları için sağlık bütçesinden yaklaşık 1,5 milyar dolar harcandığı hesaplanmıştır ve bu miktar sağlık bütçesinin yaklaşık yüzde 5'ine karşılık gelmektedir. Kronik böbrek hastalığına yol açan nedenlerin dağılımı ülkeye, ırka, yaşa ve cinsiyete göre farklılıklar göstermekle beraber, diyabet ve hipertansiyon ilk iki sırada yer almaktadır. Dünyanın her yerinde diyabete bağlı SDBH oluşumu giderek artmaktadır. SDBH nedenleri içinde diyabetin oranı dünyada ortalama yüzde 35 düzeyinde iken, ABD'nde yüzde 50'yi aşmıştır. Ülkemizde Türk Nefroloji Derneği’nin ulusal kayıt sistemi verileri de benzer tabloyu ortaya koymuştur. Ülkemizde SDBH'na götüren nedenler arasında ilk üç sırada diyabet, hipertansiyon ve glomerülonefritler yer almaktadır. Diyabet ve hipertansiyon oranlarında belirgin artışlar olmuştur. Son 15 yıl içine SDBH nedeni olarak diyabet oranı yüzde 15'den yüzde 38'e, hipertansiyon oranı yüzde 10'dan yüzde 28'e çıkmıştır."
KRONİK BÖBREK HASTALIĞINDA DİYABET VE HİPERTANSİYONUN ETKİLERİ
Türk Nefroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Kenan Ateş ise konuşmasında diyabet ve hipertansiyonun kronik böbrek hastalığına etkileri konusunda açıklamalarda bulundu. 21'inci yüzyılın, insanlığın geçmişindeki en diyabetojenik ortam olduğunu, tip 2 diyabet prevalansı son 25 yıl içinde ABD'de iki kat, Hindistan, Endonezya, Çin, Kore ve Tayland'da üç ili beş kat arttığını söyleyen Prof.Dr. Kenan Ateş, "Ülkemizde de son 10 yılda diyabet sıklığında iki kat artış gözlenmiştir. Kısacası diyabet, pandemi haline gelmiş olan bir sağlık sorunudur. Diyabetli hastaların yüzde 20-40'ında KBH geliştiğine göre gelecekte diyabetik böbrek hastalığı sıklığı ve ilişkili sorunlarda daha da artacaktır. KBH'nın diyabetten sonra gelen nedeni de hipertansiyondur. Dünyadaki sıklığı değişmekle birlikte, ülkemizde yetişkinlerin yaklaşık üçte birinde hipertansiyon bulunmaktadır. Farkındalığı, tedavi ve tam kontrol oranları düşük olan bu hastalığın kalp damar hastalıkları ve KBH açısından önemli bir risk faktörü olduğu bilinmektedir. Hipertansiyon böbrek hastalığının nedeni olduğu kadar, ilerlemesinde de rol oynayan en önemli faktördür" ifadelerini kullandı.
HİPERTANSİYON, DİYABET VE OBEZİTEDE 2006'DAN 2011'E NELER DEĞİŞTİ?
Prof. Dr. Kenan Ateş, kronik böbrek hastalığı sıklığı araştırması (CREDIT) hakkında da bilgi verdi. Çalışmanın ilk aşamasının 2006 yılında 23 ilde gerçekleştirildiğinin altını çizen Prof. Dr. Kenan Ateş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Çalışmanın ikinci aşamasında 2011 yılında ilk araştırmaya katılan toplam 4 bin 453 erişkin kronik böbrek hastalığının yanı sıra hipertansiyon, diyabet ve obezite bakımından tekrar değerlendirildi. Çalışma grubunda 2006 yılına göre ortalama sistolik kan basıncı 4.5, diyastolik kan basıncı ise 4.3 mmHg daha düşük bulundu. Kan basıncındaki bu azalma tüm yaş, cinsiyet ve yerleşim yeri grupları için geçerli idi. Optimal kan basıncına (120/80 mmHg) sahip bireylerin oranının 2006 yılına göre belirgin olarak arttığı, 160/100 mmHg ve üzerinde kan basıncı değerine sahip bireylerin oranının ise anlamlı olarak azaldığı gözlendi. 5 yıllık sürede Türk toplumunda hipertansiyon sıklığının azaldığı ve 2006'da yüzde 32.7 olan hipertansiyon oranının yaklaşık yüzde 30'a gerilediği saptandı. Yaş ilerledikçe hipertansiyon sıklığının arttığı ve prevalansın kadınlarda erkeklerden, kırsal kesimde yaşayanlarda kentlerde yaşayanlardan daha yüksek olduğu gözlendi. Hipertansiyon prevalansı Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerinde en yüksek, Doğu Anadolu bölgesinde ise en düşük bulundu. 2006 yılına göre en çarpıcı değişiklik, Karadeniz bölgesinde hipertansiyon sıklığındaki dramatik azalma idi. Sonuç olarak, Türk toplumunda 5 yıllık sürede kan basıncı kontrolünün belirgin olarak iyileştiği ve hipertansiyon sıklığının azaldığı gözlendi."
"OBEZİTE 30 YAŞ SINIRINDA"
Araştırma sonuçlarına Türkiye'de diyabet oranındaki artış devam ettiğini, obezite konusunda ise yapılan çalışmalarda ortalama vücut kitle indeksinin 2006 yılındaki değerden 0.7 kg/m2 daha yüksek bulunduğunu söyleyen Prof. Dr. Ateş, "Özellikle 30 yaşından küçük bireylerdeki artış en çarpıcı idi. 2006 yılında yüzde 26.5 olan düzeltilmemiş obezite prevalansının yüzde 28.7'ye yükseldiği gözlendi. Obezite sıklığındaki artış büyük oranda kadınlara özgü idi. Kadınların yaklaşık üçte birinin obez olduğu saptandı. 2006 yılına göre diğer çarpıcı değişiklik, kırsal kesimde yaşayanlarda obezite sıklığının kentlerde yaşayanlardan daha fazla artması idi. Obezite prevalansı Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinde en yüksek, Doğu Anadolu ve Ege bölgelerinde en düşük bulundu. Sonuç olarak, Türkiye'de obezite sorunu özellikle kadınlarda artarak devam etmektedir" diye konuştu.
"SON 1 YILDA BÖBREK NAKLİ YAPILAN 2095 HASTANIN YÜZDE 20'Sİ KADAVRADAN"
Organ ve doku nakli, insan hayatını kurtarmayı hedefleyen tıbbi bir tedavi yöntemi olduğunu söyleyen Türk Nefroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ali Rıza Odabaş ise, birçok hastalığın başka bir tedavisi olmadığını ve insanın yaşamının kurtarılmasının organ nakli yapılmasına bağlı olduğunu hatırlattı. Son yıllarda Sağlık Bakanlığının getirdiği düzenlemelerin ve geri ödemedeki iyileştirmenin de etkisiyle ülkemizde böbrek nakli yapılan hasta sayısı giderek arttığının altını çizen Prof.Dr. Odabaş, "Son yıl içinde 2905 hastaya böbrek nakli yapılmıştır. Ancak, böbrek nakillerinin büyük kısmı canlı vericilerden yapılmaktadır ve kadavradan nakil oranı sadece yüzde 20 civarındadır" dedi. Organ naklinin etik ve hukuki açıdan uygunluğunun artık hem din adamları hem hukukçular tarafından tartışıldığını belirten Prof. Dr. Odabaş, şunları söyledi:
"Arada maddi bir çıkar söz konusu olmaması kaydıyla uygun bulunarak teşvik görmektedir. Türkiye'de organ naklinin hukuksal mevzuatı Avrupa'daki birçok ülkeden daha ileri durumda bulunmaktadır. Ülkemizde canlıdan yapılan nakillerde organ ticaretinin önlenmesi açısından alıcı ile verici arasında herhangi bir çıkar sağlanmasını yasaklamış bulunmaktadır. Bu durumun tespiti halinde ciddi cezai müeyyideler söz konusudur. Canlıdan yapılan nakillerde yasa koyucu vericinin çok iyi bir şekilde tetkik edilmesini ve organın verildikten sonra vericide herhangi bir sağlık sorununa yol açılmaması konusunda dikkat edilmesini emretmektedir. Ülkemizde canlıdan yapılan nakillerde şahsın 4'üncü dereceden akrabası da dahil olmak üzere yakınlarından organ alınabileceğine hükmedilmektedir. Eşlerden birisinin diğerine organını vermesini düzenleyen yasaya göre bu işlemden önce en az iki yıldır evli olmaları şartı aranmaktadır. Eşlerden birinin yakınlarına organ vermesi durumunda, diğer eşin de izninin alınması gerekmektedir. Ülkemizde akrabalardan olmayan nakillere ilişkin yasal düzenlemede hem alıcı, hem de verici dosyaları etik kurullarda tartışılarak aralarında maddi çıkar olmadığı kanaatine varılması halinde nakle izin verilmektedir."
"TÜRKİYE, KADAVRADAN NAKİL DÜZENLEMESİNDE İLERİ DURUMDA"
Türkiye'nin kadavradan organ naklinin düzenlenmesine yönelik mevzuat açısından Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında birçok açıdan daha ileri durumda olduğunu söyleyen Prof. Dr. Odabaş, "Ülkemizde ister canlı, ister kadavra olsun tüm organ alıcıları TODS denilen Türkiye Organ Nakli Bilgi Sistemi'ne bağlı bulundukları merkezler tarafından kaydedilmektedir. Kadavradan organ bekleyen tüm hastalar hastalıklarında geçen süre, yaş ve doku gruplarına göre belli bir puanlamaya tabi tutulmakta ve bu puanlama sonucunda kendilerine nakil yapılabilmektedir. Bu şekil bir dağıtımla son derece adaletli ve şeffaf bir şekilde organ nakli yapılabilmektedir. Ülkemizde organ bağışının yeteri kadar olmaması dikkate alınarak, Bakanlık yeni çıkardığı bir mevzuatla beyin ölümü gerçekleşmiş bir kişinin organlarından en az birisinin sisteme bağışlanmasıyla bu kişinin organ nakli bekleyen bir yakını olması halinde, organlardan birisinin bu yakınına takılabileceği hükmünü getirmektedir" şeklinde konuştu.
"KRONİK BÖBREK HASTALIĞININ ÜLKEYE YILLIK MALİYETİ 1,5 MİLYAR DOLAR"
Kronik böbrek hastalığının küresel bir salgın halini almış olan önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyleyen Türk Nefroloji Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Turgay Arınsoy tüm dünyada erişkinlerin yaklaşık yüzde 10'nda böbrek hastalığı bulunduğunun tahmin edildiğini söyledi. Prof. Dr. Arınsoy, Türk Nefroloji Derneği'nin gerçekleştirdiği CREDIT çalışmasının, Türkiye’de erişkinlerin yüzde 15.7’sinde çeşitli evrelerde böbrek hastalığı bulunduğunu gösterdiğinin altını çizdi. Türkiye'de her 7 kişiden birinin kronik böbrek hastası olduğunu açıklayan Prof. Dr. Arınsoy, "Kronik böbrek hastalığı sıklıkla sinsi seyreder. Düzenli tarama yapılmadıkça erken evrelerde teşhisi zordur. 10 kronik böbrek hastasından sadece sir tanesi hastalığının farkındadır. Farkındalığının ve erken tanısının düşük olması nedeniyle, hastalık sıklıkla son dönem böbrek yetmezliği evresine ilerler. Son dönem böbrek yetmezliği gelişen hastaların yaşamını sürdürebilmesi için diyaliz ve böbrek nakli tedavilerinin uygulanması gerekir. Bu tedavilerin global maliyeti 1 trilyon doların üzerindedir. Ülkemizde diyaliz uygulanan veya böbrek nakli yapılmış 60 bini aşkın hasta bulunmakta ve sağlık bütçesinin yüzde 5'den fazlası bu hastalar için harcanmaktadır. Kronik böbrek hastalarında ölüm ve maluliyet riskleri sağlıklı bireylerden 10-30 kat daha yüksektir. Yüksek maluliyet oranları ve kötü yaşam kalitesi, bu hastaların aile ve sosyal yaşantılarını da olumsuz etkiler ve ekonomik üretkenliklerini engeller" diye konuştu.
NELER YAPMALIYIZ?
Kronik böbrek hastalığının olumsuz sonuçlarını engellemenin en etkin yolunun hastalığın tedavisinden çok önlenmesine dayalı, ulusal ölçekli bir hastalık yönetimi modelinin biran önce hayata geçirilmesi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Turgay Arınsoy, "Bu bağlamda, sağlıklı yaşam tarzı değişikliklerinin toplum tarafından benimsenmesi ve uygulanması hastalığın büyük oranda kontrolünü sağlayacaktır. Bunun için düzenli egzersiz yapmalı, sağlıklı beslenmeli ve ideal vücut ağırlığımızı korumalı, tuzu azaltmalı, yeterli su içmeli, sigaradan ve aşırı alkol tüketiminden kaçınmalıyız. Kronik böbrek hastalığı için risk altındaki kişilere yönelik düzenli tarama ve etkin tedavi ile hastalığın gelişimi önlenebilir veya ilerlemesi engellenebilir. Kronik böbrek hastalığı için en yüksek risk faktörleri, şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği, kalp ve damar hastalıkları, obezite, ileri yaş, ailede böbrek hastalığıdır" dedi.